yüz

7.7K 561 1K
                                    


SON DUANİİ İETTTT GOZUNYYY YUMM EBENDE ISKA YOKK KBENDE ISKA YOKKK

*
cuma
15.53
selim
ali

birkaç metre uzağında anlamını bilmediği birkaç ingilizce kelime, kulaklarında yabancı birinden yabancı sözcükler, elinin üzerinde ağırlığını verdiği çenesi ve üzerindeki ince kazaktan arta kalan bileği; selim, dağınık saçlarını geriye atma zahmetine bile girmeden öylece tahtaya bakıyor ve parmaklarının arasındaki kalemi gevşekçe elinde çeviriyordu.

"selim."

göz bebekleri yanında oturan ulaş'a çevrildi. ona bakmadan selim'in silgisine uzanmıştı. kısık sesiyle "silgini kullanabilir miyim?" dedi silgiyi eline almadan önce.

gözleri tekrar önüne döndü. "al."

selim, hayatının belli evrelerinde dil öğrenme hevesine girmiş fakat bu isteğinin peşinden gitmemişti. bazı şeylerde aşırı derecede tembel davranıyor olması ilk defa bu sene ona sıkıntı çıkarmıştı. selim, ingilizce bilmiyordu.

mezun olduğu lise b1'in altı bir seviyeyle mezun etmediği için bundan nasibini almıştı. birinin ne yazdığını anlayacak kadar ingilizce biliyordu fakat konu dinlemeye gelince hiç iyi değildi. metrelerce uzağındaki öğretim görevlisini dinlerken de durum aynen bu şekildeydi. boş boş adamı izliyor, kalemini oynatıyordu.

okula geldiği ilk günden beri ingilizce'ye olan düşmanlığı artmıştı. anlamıyordu fakat anlamaması bir yana ingilizce resmen ona zorla tutulduğu bir şehirde zorla anlatılan bir dersti. ankara'yı sevmemişti, odtü'yü sevmemişti, şu an oturduğu bir metrekarelik alana bile yalnızca bir saatlik derste düşman kesilmişti ve bunların ne şehirle, ne okulla ve de oturduğu sırayla ilgisi vardı. ankara eksikti ve selim bu eksikliği kaldıramıyordu.

sıkkın bakışları ve yarı açılmış göz kapakları yüzünün ifadesini resmen ortaya koymada başarılıydı. bir an önce dersin bitmesini ve çantasını da alıp gitmeyi istiyordu. kaldırımda yürürken kuru ağaçları izleyerek telefonla konuşmak onun ankara'da bulunduğu son üç ayda tutunduğu tek şey olmuştu. doğrusu sınıftan da arkadaşlar edinmişti hatta çoğu zaman bir yere gittiklerinde selim de yanlarında ve muhabbete dahil olurdu fakat bunların hiçbiri yurda gittiğinde ali'yle konuşurken yaşadığı huzuru vermiyordu ona.

elinden kalemi bırakmadan telefonunun kilit tuşuna basıp saati kontrol etti. ali on beş dakika kadar sonra dersten çıkacak olmalıydı. artık kendi dersi de biterse ali'yi aramak ve onunla konuşmak istiyordu. sadece üç dakika sesini duyduktan sonra kapatsa da olurdu, çok değil. parmak ucuyla kilit tuşunu kapatıp telefonu sıranın altına ittirirken üç dakikanın bile yanlış yerdeyken ne denli uzun olduğunu düşünüyordu.

onu özlemişti.

neredeyse her gün gördüğü neşeli yüzü, yeşil gözleri ve hatta çoğu zaman aklından çıkmadığı için kendine kızdığı o güzel dudakları; nefret edip sürekli tıraş etmeye çalıştığı siyah sakalları bile selim'in hafızasında kendine bir yer edinmişti. onunla ilgili her şey yerli yerindeydi, her şey. uzun bir zaman ali'yle uyuduktan sonra yalnız başına yatılan yatak bile selime fazla soğuk geliyordu ve bu ayazın ankara'yla bir ilgisi yoktu.

tahtaya yazılan yazının gıcırdayışı ona dershaneyi hatırlatıyordu ve artık dersten önce içinden kahve içmek bile gelmiyordu. ali'yi gereğinden fazla özlemişti ve bunu aşamıyordu. kalem kutusunda sakladığı kopuk silgi, dolabındaki yeşil kazak -onunla seviştiği ilk günün sabahı ali, selim'in dolabından alıp da bunu giymişti, açık yeşil gözleriyle bu uzun kazak ona öylesine yakışmıştı ki selim bunu aklından çıkaramıyordu- ve onunla ilgili yanında getirdiği her şey; selim tüm bu hatıraların içinde kayboluyordu.

fatale Where stories live. Discover now