on yedi

13.1K 1K 805
                                    

*
pazartesi
14.25
selim
ali

zilin çalmasına tam beş dakika vardı ve ali, tam otuz beş dakikadır sıraya bir şeyler karalıyordu.

"hocam." dedi tuğrul elinde kitapla. "beş dakika kalmış, soru sorabilir miyim?"

"tabii." diyerek onu öğretmen masasına yönlendiren matematik öğretmeni gülümsüyordu.

sıkıntıyla kalemi bir yana bırakıp başını pencereye çeviren ali, selim'i pencere kenarına oturtmanın boş bir karar olduğunu bir kez daha hatırladı. sırasını kaptırması yetmemişti bir de cam kenarını ona vermişti.

uyuduğu sırada rahatsızca kıpırdanan selim, gözlerini aralayıp yavaşça doğruldu. göz ucuyla ona bakan ali, eline tekrar kalemini almıştı ve elinde kalemini döndürüyordu.

"uyuyamadın mı?" diye sordu gözleri selim'e dönerken.

hafifçe esnedikten sonra ali'ye döndü ve başını salladı. yeni uyandıktan sonra irileşen gözbebekleri ve kızaran yüzüyle bir çocuk gibi oluyordu.

"neden?" dedi istemeden. biraz düşünseydi bu soruyu sormazdı ama selim, durumu olağandışı bir hâle getirmek istemediği için omzunu silkerek konuyu orada kapattı.

"kahve alalım mı?" dedi baygın bir sesle.

"alırım istiyorsan teneffüste."

"alır mısın?"

başını salladı. "yat sen."

başını tekrar sıraya bırakan selim, fısıltıyla karışık bir sesle "bana masaj yapar mısın?" dedi.

"ne?" dedi gülerek.

"masaj." diye tekrar etti gözlerini bir an açıp kapadıktan sonra.

"omzuna mı?" dedi ali yine suratındaki ifadeyi bozmadan.

gözlerini açmadan başını salladı.

selim, dokuzuncu sınıftan beri tuna'yı hep esir alırdı sırtına masaj yapması için ama artık mezun olmuşlardı ve yanında kâhyası gibi taşıdığı tuna yoktu. en yakın arkadaşının yokluğu böyle kendini belli ediyordu işte, ders arası uykularında sızlayan omuzlarla.

"iyi değilim ki ben masajda." dedi ali. o ise selim için hiç iyi bir masaj arkadaşı değildi. hayatı boyunca birine masaj konusunda yardım etme sayısı ikiyi geçmemişti.

"öğretiriz paşam." dedi yine kısık bir sesle.

bir süre öylece ne yapacağını bilmeyen ali, selim'e baktı ve zilin sesi duyuldu binada. "kahve alacağım ben." dedi çantasından parasını çıkartırken.

"istiyorsan gelebilirim." dedi uykuyla uyanıklık arasında bir sesle.

"giderim ben." dedi çantasından beş lira kadar bozukluk çıkarttıktan sonra. "var mı istediğin bir şey?"

"masaj..."

"doğru kişi ben değilim kardeşim." dedi gülerek. "hadi kaçtım ben."

sıradan kalktı ve kapıya doğru ilerledi. kapıdan çıktığında yanından geçen bedene takıldı gözü ister istemez.

sinem, ali'nin yanından geçip sınıfa girdiğinde ali, ister istemez ona baktı. uzun kızıl saçları ve yeşil gözleriyle sahiden de güzel bir kızdı. giyimi gayet sade ve hoştu, abartıya kaçan bir yanı yoktu. ayrıca aynı okuldan geldikleri için biraz da olsa tanıyordu onu, dört senede deneyimlediği kadarıyla sessiz ve başarılı bir kızdı.

kısacası nefret edilecek hiçbir yanı olmamasına rağmen ali bir şekilde ona ısınmayı becerememişti.

acaba eski sevgililerinden birinin arkadaşı mıydı? o yüzden mi asabiydi sinem'e karşı? ya da eski sevgilisidir belki, pek hatırlayamıyordu. gerçi tanıdık sayılmazlardı, eski sevgilisi olsa kesin hatırlardı.

sınıfa giren sinem'in arkasından onu izlediğinde selim'in yanında gördü onu. uyuyan selim'in sırasına bir şey bırakıp arkasına döndü ve ali'yle göz göze geldi. ali'ye gülümseyip kapıya doğru ilerledi ve ali'nin yanından geçti.

bu sefer sütlü çikolata bırakmıştı.

akıllı bir kızdı.

birkaç dakika sonra selim, hafifçe gözlerini açtı ve etrafa baktı. bir süre uyanmaya çalışıp tahtadaki formüllere baktı. gerçekten bu konuları görmeye gerek var mıydı?

telefonun ekranından saate bakınca zilin çalmasına üç dakika kaldığını gördü. telefonun yanına baktığında bir bardak kahve gördü. madem kahve getirmişti bari uyandırsaydı. soğutmanın alemi yoktu.

eliyle bardaktan kahvenin sıcaklığını kontrol ederken kapının aralığından ali'ye baktı. koridorda arkadaşlarıyla oturuyordu. yanındaki kızı bir yerden tanıyor olmalıydı ama nereden? herhalde yakın yerlerde oturuyordu ya da herkeste olan bilindik bir yüzü vardı.

bunun iç tartışmasını sonraya bırakarak kahvesinden bir yudum aldı ve telefonuyla ilgilenmeye başladı. bir süre sonra yanına gelen ali, elindeki kendi kahvesini masaya bıraktı.

"teşekkür ederim." dedi telefondan yüzünü kaldırmadan. zamane insanları da böyleydi işte.

"ne için?" diye sordu bir anda.

"kahve için."

gülümseyerek "rica ederim." dedi.

"bu arada," dedi telefonun ekranını kapatırken. "...bu senin mi?" diye sordu elindeki çikolataya bakarken.

"hayır, sinem bırakmıştı sana sanırım."

"iyi de," diye söylendi. "...bitter sevmem ki ben." dedi karam paketine doğru.

ali ise omuz silkti. "boş ver, daha bitter sevip sevmediğini bile bilmiyor." dedi dalga geçerek.

"doğru." diye gülerek karam'ı ali'ye uzattı. "sen yemek ister misin?"

"hayır." dedi dudağını ısırıp. "teşekkür ederim."

*

fatale Where stories live. Discover now