Ruhum Senindir

628 58 89
                                    

Rengi gibi, sıcaklığını da güneşe benzetmiş kumlara değen ayak tabanlarım yanıyorken hızlı adımlarla tuzlu kokusunu özümsediğim okyanusun serinliğine ilerleyişimi; dalga seslerine meftun kulaklarıma ulaşan hırıltılar sekteye uğrattı ve hemen ardından gölgesini üzerime düşüren koca cüssenin varlığını engelleyemediğim bir tebessümü dudaklarıma bindirerek karşıladım. Güneş ve kumun altın tonunu unutturmaya ant içmiş sarı hareleri, okyanusun güzelliğinden birer parça aşırmış mavilerinden ziyade aurasının kalbime bindirdiği, her daim taşımaya gönüllü olduğum yük kimliğini açığa çıkarıyordu. Adını dilime dolayarak ona doğru meyletsem de ayaklarımdaki yangını yeniden hatırlayışım mızırdanmalarımı ortaya serdi. "Sahil resmen kaynıyor Sehun, erimek üzereyim." Başını yavaşça eğip dilini boynuma sürtmesine çığlıkla karşılık vererek kollarımı yüzüme siper ettim. "Beni yalayarak serinletemezsin Sehun." Bir süre dilinin pütürlü yüzeyini dirseklerimde hissettim lakin çok geçmeden burnunu göğüs hizamdan ağrı karnıma indirip hayranlık beslediği çıkıntıyı yoklamıştı. "Bugün pek hareketli değil." dedim dudak büzerek. Sehun'un feromonlarını duyumsadığı an küçük tekmelerini hissetmemi sağlayan bebeğimin sessizliği moralimi bozuyordu. "Sanırım sıcaktan mayıştı, onu serinleteceğim." Okyanusa ulaşmadan evvel, "Dönüş ve bize eşlik et." diye bağırışım dikkatimi çeken karartı ile yarıda kesilmiş, sükunetin yerini hiç bilmediğim bir melodi doldurmuştu. Piyano sesine aşinaydım ama her şeyden önce Sehun'un piyano çalışını ezberlemiştim; bu yüzden güneşin parlaklığından ötürü tam olarak seçemediğim karartıya yaklaşırken korku ve endişelerim, dalgalara sürtünen el parmaklarımın ucundan okyanusa karışıyordu.

Suyun yüksekliği kalçamı da aşıp karnıma ulaştı. Beyaz gömleğim ıslanmış - tenimi belli eder şekilde- karnımı ikinci bir deri misali sararken avucumu bebeğimin kıpırdandığı tarafa bastırmamla beraber bir bulut, güneşin önünü kapattı ve onu gördüm: Sırtı, omuzları, ince beli meydandayken okyanusun maviliğine yakıştıramadığım siyahlıktaki piyanonun tuşlarını hırsla eziyordu. "Sehun!" Donuklaşmasına rağmen parmaklarını tuşlardan koparmadı fakat uzağa diktiği bakışları usulca, omzunun üzerinden, kıyıya dokundu ve başını eğerek selam verdi; mavilerini takip ederek hafif arkamı döndüğüm vakit ardımda bıraktığım kurdu selamladığını görmenin oluk oluk göğsüme akıttığı şaşkınlığın iki katını Sehun'un ense kökünden başlayan kırmızılık gözüme çarpınca yaşadım. "Sehun, kanıyorsun!" Koşmaya çalışsam da su izin vermiyordu. Son çare arkamı dönüp, "Yardım et!" diye kurda seslendim çünkü bağımızın zayıfladığının farkındaydım; Sehun ölüyordu. "Hâlâ mı kin güdüyorsun ona karşı? Yapma, bedenini yitireceksin. Beni seviyorsan... Kurtar onu." Güneş bulutun arkasından çıkıp tekrar parıldamaya başlarken kurt koca cüssesini okyanusa attı, bize yönelişindeki kırılmaz mecburiyet tabakasınının şeffaflığı gözlerimi yaşarttığı sırada kalbimi mesken tutmuş yükü yitirişim göz yaşlarımın akışından anlaşılıyordu. Yanıma varan kurdun kürkünü yakalayıp arkama baktım; piyanonun siyahlığını yakıştıramadığım okyanus kırmızıydı ve Sehun'u yutarak ölümü kucaklamıştı.

Yer yatağının içerisinde nefeslerimi düzene sokmakla uğraştığım birkaç saniye boyunca bir elim boynumda bulunan mühür noktamı yoklarken diğer elim sıkıca karnıma bastırılmış halde, rastladığım boşluğu zihnimin kuytularına kazımak hususunda istikrarlı davranıyordu ki bedenimin, gördüğüm kabusa teğellenmiş kısımları hayatının sivri uçlarına takılıp sökülmemişken eşyalardan arınmışlığı dolayısıyla tüm seslerin yankılanmasına sebep olan odamın duvarları kapının gıcırtısını yansıtmıştı. "Günaydın." dedi annem yünlü hırkasına sarınarak. Hamilelik vücut ısısını düşürdüğü için havanın sıcaklığına aldırmadan kalın kıyafetlere sığınmasına alışmıştım fakat şimdi, ter dökerken, ona bakmak boğulma hissini beynime empoze ediyor ve sıyrılamadığım kabusumun emareleri midemi bulandırıyordu. "Eşinin ölümüne nasıl dayanabildin?" Sorumun, çehresine oturttuğu ifadenin parçalanarak ayaklarının dibine dökülmesini sağlaması, kaçındığımız konuşmayı sakladığımız mabedin çanlarının titreyerek şehri uyandıracağının göstergesiydi ve tuzaklarla bezediğimiz yolların hepsi uzuvlarını kaybetmiş insanlarla dolacaktı; aralarında sevdiklerimin bulunduğu kalabalığın mabedin bacasından tüten gri dumana yönlenişi kalbimi hoplatıyordu. İki gün önce yumrukladığım göğüs babamın, dağladığım avuçlar annemin, demirle dövdüğüm bacaklar sevgilimin, zımbaladığım dudaklar arkadaşlarımındı. Doğum günü gecesinden beri bana ulaşmalarına izin vermeyerek görünür, hissedilir bölgelerinde kapanmayacak yaralar oluşturmam bencilliğimin getirileriydi. Çünkü Sarang tehditlerime aldırmayıp; Sehun'un bağın etkisine kanarak bana yaklaştığını, asıl sevgisini ona sunduğunu dillendirebilmişti. Babamın evlat eksikliğini onunla doldurduğunu söylemesinin ardından ilelebet Chanyeol'u bekleyeceğini belirtmiş ve kaybolmuştu. Biliyorum; Sehun beni seviyordu, Kim Yifan Sarang'a babalığı tattırmamıştı, Chanyeol ne Baekhyun'u ne de bizleri çiğnemeyecekti ancak bildiklerimden, bilmekten nefret ettim, yalanları eşeleyerek doğrulara ulaşmaktan yoruldum ve mahvettiğim doğum gününe özel kıldığım pastayı da yanıma aldığım gibi, peşime takılanlara inat, odama kapandım. Ertesi sabah Sehun yatağımı ve gardırobumu taşırken yere bağdaş kurup onu izlemek sustuklarımın nişanesiydi, babamın alnıma kondurduğu öpücüklere müptelalığımı saklamak küçük çocuğumun kimsesizliğine bir atıftı, arkadaşlarımın hazırladığı meyveleri yememek konuştuklarımın
- boğazıma batıp duran- çivilerinin pasıydı. Geriye çekilmemdeki maksat yaşananları onların gözünden görme arzumdan kaynaklanıyordu; Sehun'un, Sarang'ı neden sevdiğini değil, beni nasıl sevdiğini anlamaktı arzum, babamı onu gülümseyerek dinlemesini yargılamak değil, benimle gülerken çektiği acıyı öğrenebilmekti ve Sarang karşıma dikilip dillendirmese duymak  istemediklerimi, sonsuzluğu irdelemeklerimin çukurunda debelenerek geçirecektim.

Capricorn-Sekai [Omegaverse] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin