Baş Alfa

1.3K 137 173
                                    

Okula yeni başlamışken annem ödevlerimi yapmama isteğimi yenmek için bahçemizdeki yeşillik alana bir örtü serer, çeşit çeşit meyveleri tabaklara doldurur ve defterlerimi yanına yerleştirirdi. Çocuktum, her yazdığım kelimenin ardından ağzıma koyulan meyvelerin damağıma bıraktığı tada kanacak kadar düz çalışan bir beyne sahiptim ancak bir süre sonra meyveler de sihrini yitirdi, tatmin duygumu yeterince karşılamadı.

Artık somutluklar benliğimi oluşturmuyor, aksine ulaşamadıklarımın peşine takılıyordum hem fiziksel hem de duygusal olarak. Kendimle beraber annemi de çıkmaza sokmuş olacağım ki annem bir gün meyve tabağını örtüye yerleştirmeden oturdu yamacıma, öğretmenimizin yazdırdıkların birer birer kontrol etti ve "Çok ödevin varmış tatlım." diye soludu zaten farkında olduğum bir gerçeği söyleme ihtiyacı duyarak. "Bu yüzden ödüllerin de artmalı. Mesela hepsini bitirirsen, babanı ararım, gelirken çikolata getirir ya da..." Sesine kattığı o olağanüstü tınıyı anımsıyordum, gözleri hafiften genişlemiş irisleri parıldamıştı. "Parmak uçlarına kelebekler konabilir. Çünkü onlar akıllı çocukları seviyormuş." Annem, zeki ve dikkatli olmasının yanında iyi bir gözlemciydi; oğlunun istisnasız her sabah kanatlarına hayranlık beslediği kelebeklerin peşinde koşturduğunu görmüş, onları yakalayamadığı zaman tarif edilemez bir hüsranın çeperine çarptığını büzdüğü dudaklarından anlamıştı ve bu kozu evladının üzerinde kullanmaktan çekinmemişti.

Çocuktum, sayfaları doldurdukça parmaklarımın kelebekleneceğine kalpten inanıyor, güneşin batışını umudun salıncağında sallanarak bekliyordum.

Büyüdüm, babam öldü yahut babam öldü, ben büyüdüm. Hangi seçeneği doğru kabul edersem edeyim olgulaşmış tek bir düşünceye vakıftım; ödevlerimi yapsam da, sınavlarımdan en yüksek notları alsam da, öğretmenlerime hiç saygısızlık yapmasam da, geceleri erken yatıp sabah annemin öpücükleri yardımıyla zorlanmadan uyansam da babam geri gelmeyecekti. Hal böyleyken umut ile bağdaştırdığım, ödül bellediğim kelebeklerin parmak uçlarımı şenlendirmesi anlamsızlaşıyordu, yediğim çikolatalar tatsız, sarıldığım yastık dikenliydi. Büyümüştüm ya; ağacın gölgesine sığınmış, kitabıma gömülmüşken bedenimin etrafında oval bir yörünge çizmesinin ardından çok sevdiği cümlenin altını kanatlarının rengine bulamak maksadıyla kitabımın kenarına konan, parmak uçlarımı gıdıklayan kelebeği, kitabı hızla kapatmak suretiyle, ezdim. İzi 88. sayfaya çıktı, ruhunu parmak uçlarıma akıttı. Birileri bana kelebek katili desin, acımasızlıkla nitelendirileyim, yüzüme yüzüme bağırsınlar hiçbir şey bilmeksizin... Sorun değildi. Büyüdüm çünkü babam öldü, babam öldü çünkü büyüdüm. Kelebeğin ömrü kadar umut edebilecekken, onu yaşantısından amansız darbemle koparıp çaresizliğini özümsememin nedenini kimseye açıklayamam ama umuda yakınlaştığım anlarda ölü kelebeklerin avuçlarımı mezar bellediğini, çaresizlik zihnimde fink atarken, sadece bana görünen, canlı kelebeklerin parmaklarımın ucuna konduğunu söyleyebilsem belki anlaşılabilirim.

Anlatmak, anlaşılmak olsa emelim Sehun kapıya yumruklarını indirdikçe parmaklarımın kelebeklendiğini ve benim onları seyredaldığımı da fısıldardım, Baekhyun tarafından dürtüklenmesem sonsuzluğa uzanan bir zaman diliminin içinde sıkışıp kalacağımı belirtirdim ancak bunların hiçbirini yapmıyorum, yapamıyorum. Sadece... Baekhyun, "Jongin, kapıyı aç!" diye bağırdında cevaplamam gereken yüzlerce soruyu kısık sesle dillendirebilirim: "Neden geldi, bana neden bağırdı, onu sinirlendirdim mi, nasıl davranmalıyım?"

Baek vücudumu ittirip kapının açılmasını sağladığı an Sehun'un bedenini kolunun altına almış Chanyeol yalpalayarak odaya girmiş, duvar dibine çökmüştü. İkisi de siyah kapüşonlu hırkalarına gömülmüşken, yüzlerinin yarısını maske ile kapatmış ve auralarını gizlemişlerdi, derin nefesleri arasında çıkardıkları tuhaf hırıltılar haricinde varlıklarını kanıtlayacak bir belirtiye rastlamıyordum. Sehun'un okyanusları göz kapaklarının arkasına saklanmıştı, ayakkabılarının ve pantolonunun bir kısmı çamurluydu, elinin üzerinde kanı pıhtılaşmış birkaç çizik kendini belli ederken bileğinden ağrı akan koyu sıvı bir şeylerin yolunda olmadığının kanıtıydı ancak algılayamadım, Chanyeol'un sol kolunu kaplayan kumaşın yırtıldığını ve parçanın Sehun'un omzuna sarıldığını fark etmesem algılayamazdım da. Baekhyun ve Kyungsoo öylece ayakta dikilirken ani hareketler sergilememeye özen göstererek Sehun'un ayaklarının dibine çömelir çömelmez siyahlığın yoğunlaştığı omuz kısmına şöyle bir göz atmak için parmaklarımı sıkıca atılmış düğüme sürüklediğim sırada Chanyeol, "Yaralı." diye mırıldanmış, öksürük krizine girmişti. Baekhyun'a hitaben, "Su getir." dedim. İkisinin de maskelerini indirip rahat nefes almalarını sağlamam sonucu Sehun inlemiş, kuru dudaklarını yalamıştı. Baek'in getirdiği sudan önce Sehun'un içmesine yardımcı oldum, Chanyeol'e yöneldiğim vakit ise Yeol beni durdurarak bardağı kavradı ve kafasına dikti. "Teşekkür ederim." Suyun bir kısmı göğsüne dökülmüştü, çenesinden damlacıklar sarkıyordu fakat bunlara takılmak yerine, "Omzunu kurşun sıyırdı." diyerek bağladığı kısmı işaret etmişti. "Kurdunu dizginlediği için iyileşemiyor, şimdilik yaraya gerekli müdahaleyi yapmalıyız. Yol boyunca iyi dayandı, artık gücü tükeniyor."

Capricorn-Sekai [Omegaverse] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin