Sevgilim

1.6K 135 186
                                    

Ahşap zemin yalın ayaklarımın darbesiyle hafif gıcırtılar çıkarırken karşımdaki manzaranın detaylarını incelemekle meşguldüm; odanın ortasına rengi solduğundan heybetini yitirmiş siyah, eski bir piyano yerleştirilmişti, etrafında onlarca tabure, sigara izmaritlerinin mezarı haline gelmiş kül tablasına ev sahipliği yapan sehpa vardı ve gri tüyleri sigaranın küllerini anımsatan kedi arada miyavlayarak patilerini yalıyordu. Titrek adımlarım ileri doğru meylettikçe göremediğim her olgu yavaş yavaş kendini belli ederken yere saçılmış cam parçalarına basmamak için uğraşıyordum, duvarın tavana yakın kısmına konumlandırılmış küçük pencerenin tozlu yüzeyini umursamayarak içeri doluşan ışık hüzmeleri odayı aydınlatmaya yetmiyordu ancak loş bir ortam yaratmak hususunda istikrarlıydı. Cam parçalarını iteleyerek kedinin yanına varır varmaz, varlığımı hissettirebilmek adına, başını okşadım ve yalayıp durduğu patilerini sevdim. Anında mayışmış, burnunu dizime sürtmüştü. "Neden buradasın?" Odayı doldurmaya yetmeyen eşya kalabalığı sesimin yankılanmasını engelleyemedi, fısıltım çoğalarak yeniden kulaklarıma ulaştığı vakit bakışlarımı kedinin mahsun görüntüsünden ayırdım ve zorlukla ayaklanmamın akabinde geldiğimden beri zihnimi kurcalayan piyanoyu parmak uçlarımla yokladım. Düşündüğümün aksine tozla kaplanmamıştı, hatta odadaki eşyalar arasında en temizi bu solmuş piyanoydu. Beyaz tuşları sarımtırak bir renge bürünmüşken bile cezbediciliğini konuşturması bir yana görüntüsü içi geçmiş hatıraları sırtlandığının nişanesini zorlanmadan taşıyordu, ona karşı, aniden beslemeye başladığım hayranlık duygusunun da getirisiyle kuyruk kısmına kalçamı dayayıp bedenimi yukarı çektim ve sırtımı sert yüzeyine yasladım. İrislerim yer yer örümcek ağları ile bezenmiş tavana takıldı, görevini unutmuş lambanın pisliğinde oyalandı. Hemen yanıbaşımdan gelen kıkırtı sesini duyana dek nefesimin düzenli tınısına uyum sağlayarak geçirdiğim saniyeler, zamansızlık uçurumunun sonsuz boşluğuna süzülünce kafamı sağa döndürüp kucağındaki kediyi usul usul okşayan Sehun'un gevşettiği yüz hatlarını seyrettim. "Piyanoma çok yakıştın." Yamacımda oluşunu yadırgamıyordum, amansız ortaya çıkışları öylesine doğal bir akışın parçasıydı ki geriye yalnızca onu izlemek kalıyordu, gözlerimi ayırmadan güzelliğini, duruluğunu özümsemekten ziyade karanlığına parmağımı daldırabileceğim, ölü okyanuslarından inciler aşırabileceğim anları kollamak hayat gayelerimi sıraladığım listenin neredeyse zirvesine oturmuştu.

Kediyi incitmeden yere bırakıp bir süre kuyruğunu sallayarak ilerleyişini seyretti, dudağını kenarı hala kıvrık duruyordu ve yanakları kızarmıştı. "Sana da yakışır mıyım?" diye mırıldanınca benden esirgediği okyanusları dalgalanmış, soğuk sularla çevrelenmiştim. "En çok bana..." dedi tuşların hizasına sarkıttığım elimi kavrayarak. "Şahsıma yönelttiğin ilk soru olarak bunu kabul ediyorum, deliciae. Kimliğimi sorgulamaktansa bizi irdele, benim yanıma kendini koyunca çok güzelsin." Dudaklarını avucuma sürtüp nefeslendi." Pek sevdiğim o şarkı gibi kokuyorsun."

"O halde çal beni." Kirpiklerini kırpıştırarak doğruldu ve solukları çehreme çarptı, dudağı çenemi sıyırınca inildedim. "Deliciae." Dudakları dudaklarıma kapanmadan evvel son kelimesine sarıldım: "Sevgilim."

Zihnimin çoktan uyanmış olmasına karşın, gözlerimi açmamak konusunda dirayetliydim. Gerçek hayat ile kuracağım bağ beni akıl almaz bir endişe bataklığında boğarken gecelerdir savaştığım kabusların yerini sakinlikle nitelendirebileceğim rüyaya bırakması kalbimin ritmini değiştirmişti, göğüs kafesimde hissettiğim baskı canımı yakmaya başlamışken kapıma akvaryum ve balıkları bırakıp kaçan Sehun'u, yemekhanelerimizin ayrılması dolayısıyla, günlerdir görmediğim gerçeği somutluğa bürünmüş, önümde duruyordu fakat istisnasız her gece düşlerime ortak oluşu sürekli yanımda, hayatımda bulunmasıyla neredeyse eşdeğerdi. Çoğunlukla bana kızdığı, soru sormamakla suçladığı, ölü okyanuslarında boğduğu kabusların sonunda kendimi Sehun'dan kaçarken buluyordum, ayaklarım parçalanıyordu ve sızlanarak uyanıyordum ancak ilk kez onunla konuşabilmiş, dokunuşlarına sığınabilmiştim. Ve söyledikleri... Hepsi birden beynime hücum edince korkarak göz kapaklarımı araladım, cidden yaşadıklarım hangi bokla ilgiliyse bundan bir an önce kurtulmalıydım çünkü bilinçaltıma sövmek sorunu çözmüyordu. Yatakta oturur pozisyona gelip sınavlarımın yaklaştığını gözüme sokan dağınık masamı izlemeye koyuldum, kitaplarım ve defterlerim toplanmaya muhtaç şekilde saçılmıştı, müsvette not kağıtları ise durumu içler acısı hale getiriyordu. Ufak bir düzenleme seansından sonra iki komodini birleştirerek yer ayarladığımız akvaryuma yaklaşıp uyuşukça yüzen balıkları yemledim. Hediyem evi birbirine kattı desem abes kaçmazdı; Baek resmen "Bir sürü balık!" diye cırlamış, onlara uygun bir ortam yaratmak adına yatağımı kaydırarak komodini diğer tarafa taşımıştı ve bununla yetinmeyerek pörtlek gözlü balığın Kyungsoo'ya benzediğini ileri sürmüş ve ona 'Atarlı' ismini uygun görmüştü. Minyon, pulları parlak olanın adı 'Hyun', hepsine yol gösterdiğini iddia ettiği balığın adı 'Jun', Jun'un götünden ayrılmayanınki 'Fanfan', gözleri maviye çalan 'Sehun' ve en büyükleri 'Yeol'du. Diğerlerinin ismine onları gözlemledikten sonra karar verecekti vermesine lakin evime damladığı vakitlerde, mütemadiyen, Sehun'un böylesine ince düşünülmüş bir hediye ile çıkagelmesini alay malzemesi yaptığından balıklara vakit ayıramıyordu. Balıklardan birine babamın lakabıyla seslenmesinin beni ne denli kırdığından da birhaberdi, balıkların ömrü kısacıkken Fanfan ölürse... Dayanamazdım. Atarlı, Hyun, Sehun, Jun yahut Yeol evlerini bırakıp giderse delirirdim çünkü onlara bağlanmıştım; Jun'un diğerleri yemi yiyene kadar beklemesine, Atarlı'nın kızgın tavırlarına, Sehun'un cama vurunca hemen oraya yönelmesine, Hyun'un parıltısına, Fanfan'ın taşların arasına gizlenmesine alışıyordum.

Capricorn-Sekai [Omegaverse] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin