Pata Küte Yuvarlanmak

Start from the beginning
                                    

Kim Yifan'ın yönelttiği soruya olumlu veya olumsuz bir cevap veremeyeceğimin farkına vardığım gibi bahçeye kaçıp salıncağa sığınmışlığım, ruhumu dikiş tutmaz yaralarını yeniden gün yüzüne çıkarmaya itti: "Buradasın." diyordu. "Aynı ağaç, aynı salıncak... "

"Biz farklıyız." diye fısıldadım.

"Doğru. Artık babanın ardından tutamadığın yası, arkadaşının bir balık için tutabilmesine öfkeleneceğini sanmıyorum. Salıncaktan ben değil, sen yuvarlandın Jongin. Yitirdiğin kirazlar, boğduğun kelebekler acını azaltmana yetmiyordu. İkimizi de cezalandırdın."

Tersini ispatlamakla uğraşamayacağım gerçeği beraberinde sessiz bir kabulleniş sürükledi, başımı eğip yaralanmama -yaralanmamıza- sebebiyet veren beton bölgeye bakışlarımı dokundururken Sehun'un hediye ettiği akvaryumdan evvel tek balığıma ev sahipliği yapmış fanusu kırdığım sahneyi hatırladım. Akrebin yelkovana karşı beslediği aşktan vazgeçer geçmez zehrini zaman kıvrımlarına akıtması mı takvim yapraklarını zehirlemişti, yoksa geçen süreye duyduğumuz kin mi tarihlere takılmamıza sebebiyet veriyordu, çözemiyordum lakin 27 Kasım'dan mart ayının ikinci gününe dek yaşananlar mantığımın kabulleneceği olayları kapsamıyordu; ben okul banklarında kahve içen çocuktan sıyrılmıştım, Baekhyun şarkı söylemiyordu, Kyungsoo makyaj malzemelerini çöpe atmıştı. Vücudum geriye meyletti, ellerim salıncağın iplerini sıkıca kavramışken orblarım, güneşin ve ağaç dallarının izin verdiği kadarıyla, bulutları seçmeye çalışıyordu fakat paçalarını kıvırdığım pijamanın açık bıraktığı dizlerime yakın bir noktada hissettiğim nefes çabalarımı sınırlandırdı ve "Geç kaldın." diye mırıldandım.

"Belki." Doğruldum. Beton bölgenin ucuna bağdaş kurmuş babamı seçebilmiştim, sol avucunda kabul etmediğim papatyaları tutuyordu. "Junmyeon, beni peşinden gelmem hususunda cesaretlendirdi. Konu sen olunca savsaklıyorum."

Konuşurken dolgun dudakları büzülüyor, kalın kaşlarını çatıyordu ve karşındakinin hoşuma gitmeyecek bir durumu dile getirdiği vakit burnu kırışıyordu. Mimiklerimizin neredeyse aynı olmasını olağan karşılamam gerekirdi ancak yapamıyordum; şaşkınlıktan kurtulamayışım ise cümlelerini geç algılamam ile sonuçlanıyordu. "Annemin adını asla kısaltmıyorsun, neden?" Sorduğum soruyu beklemiyor olacak ki dudakları aralandı. "Herkes annemin adını 'Jun' olarak telaffuz ediyor, senin o şekilde kullanmayışın dikkatimi çekti."

Anlayışla başını salladı, yanıma geldiğinden beri, konuşmak dışında, kıpırdatmadığı dudaklarının kenarları görülmesi zor bir kıvrımın önderliğini üstlenerek bükülünce, onun hakkında bir şeyleri merak etmemden ötürü memnuniyet duyduğu çıkarımını yapabildim, belki de yapmak istiyordum; yaşantımın hiçbir evresinde cevaplardan çok sorulara muhtaç kalmamıştım, sonuç odaklı davranıyordum, hatta merakımı perçinleyecek olgulardan ziyadesiyle kaçınıyor, başta Sehun olmak üzere, herkesin sinirlerini geriyordum. Şimdi... Babamın soracağı yegane soru için nelerden vazgeçeceğimin listesi önümde uzanıyordu; kağıdın yıpranmışlığı, harflerin silikliği bulandığım heyecanı kenara atmaktansa keşfetmeye düşkün tarafımı hortlatıyor ve edinmeyi dilediğim soru işaretlerini aramıza akıtmama sebebiyet veriyordu. İlk adımı atmamıştım, yürümek eyleminden oldukça uzak bir noktada dikiliyordum, yine de emekleyebilir ve avuçlarımı parçalamak pahasına, iplere tutunarak, babamın karşısında dimdik durabilirdim. Kim Yifan "Omegamın isminin tadını seviyorum, dudaklarımı karıncalandırıyor." diye mırıldanana dek siyah şeritlerin ikiye yardığı irislerinden çekmediğim bakışlarım anlık olarak -geçen yaz annemle boyadığımız- krem rengi çitlere çarpıp geri dönmüştü. "İsmini kısaltsam... Yaşadığım zevk yarım kalır Jongin, anlatabiliyor muyum?"

Rüzgar esiyordu, kıpırdattığı yaprakların hışırtıları hafif sallanan bedenimin kalın dallara sürttüğü iplerin sesine karıştı. Koşarak çitlerden atlasam, şehri arkamda bırakıp denizin çevrelediği uçuruma varsam, pata küte yuvarlanır mıydık ölüme veya ölümsüzlüğe, sonuma yahut sonsuzluğuma? Nice depremler atlatmış irislerin karanlığını üstlenerek, "Ben de 'baba' hitabının tadını seviyordum, niçin dudaklarımın karıncalanmasını engelledin?" diye yakınışımın üzerini birkaç kalp atışı dolduramamışken babam, kollarını bacaklarımın etrafına dolayıp alnını dizlerime yasladı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Koca bedeninin sarsıntısı salıncağı etkiliyordu, iplerin avuçlarımı soyduğunun farkındaydım ama kıpırdayamıyordum.

Capricorn-Sekai [Omegaverse] Where stories live. Discover now