7, the song

370 32 71
                                    

ilk şiirimi, sonrakilerin hepsini sana yazacağımı bilmeden yazmıştım. aynı zamanda o şiirlerde sana ne kadar güzel olduğundan, gülümsemene taptığımdan, burnunun ucundaki benden öpmek istediğimden değil de sana olan öfkemden bahsedeceğimi hiç mi hiç bilmiyordum.

çok öfkeliydim sana, kim taehyung. istesem de istemesem de seni anlamaya ve daha iyi tanımaya çalışıyordum ama ben ne kadar çabaladıysam sen beni o kadar itmiştin, senin hakkındaki şeyleri senden değil başkalarından öğrenmek beni çok fena kırıyordu. merak ediyorum, hiç bunu fark etmiş miydin ki?

ilk defa ne zaman bana güvendin, beni sevdin, önemsedin bilmiyorum ama... bana yaptığın ilk jestin var ya, işte onu başka kimseden alamam. almadım da.

o zamanlar tek yeteneğinin şiir yazmak olduğunu sanıyordum. meğersem sandığımdan daha tapılasıymışsın.

o gün bunu tapılası olarak adlandırmadım belki ama kabul edelim, hyung: sen sevdiğin şeyleri yaparken ayrı bir hoştun.

öğle arası, ellerim ceplerimde, yavaş adımlarla senin yanına geliyorum. evet evet, boş sınıfa yürüyorum. sınıfın kapısına yaklaştıkça içeriden gelen müzik sesleri daha da netleşiyor. kaşlarımı çatıyorum. yavaş adımlarıma sana doğru bir ivme kazandırıyorum ve hemencecik kapıyı açıyorum.

her zaman oturduğun sıranın masasındasın. bir bacağını diğerinin üstüne atmışsın, elinde gece mavisi gitarın... saçların hafif yağlı gibi görünüyor baktığım yerden. başına taktığın bant, güzel yüzünü açmakla kalmamış; esmer teni bana sevdiren kavruk boynunu da ortaya çıkarmış. başın biraz sola dayalı. altta kalan sol bacağın, demire dayadığın ayağın ile ritim tutuyor. ah, tabii ben ayrıntıları sonradan görürüm. benim oturduğum sırayı -artık, geleceğimi bildiğinden midir; bilmem- kendine doğru çevirmişsin. karşındaki masanın üzerine sana geçen gün verdiğim kağıdı koymuşsun, tahminen. fakat kağıt eskisinden farklı gözüküyor biraz: bazı yerleri karalanmış, bazı yerleri işaretlenmiş.

sana bakarken zamanın durduğunu hissediyorum ancak aslında senin gitarda tuttuğun ritmi bırakmanın ardından arkana dönüp de bana bakman; benim kapıyı açmamla eşzamanlıydı belki de.

göz göze geldiğimizde ikinci defa sunuyorsun bana gülümsemeni. "jeon jeongguk, dikilme de geç karşıma." sözlerinle kendimi toparlamak adına başımı sallıyorum ve seni ikiletmeden kapıyı kapatıp hemen karşındaki benim için hazırladığın sıraya oturuyorum.

sana sinirliyim ama seni mutlu görünce içimdeki o soğukluğun ve düşüncelerin uçup gittiğini, tahtına kaynar bir merak duygusunun yerleştiğini hissediyorum.

ne oldu, diye hiç sormuyorum çünkü farkındayım, söyleyeceklerin çoktan hazır. "aslına bakarsan ben de müzikle aramın pek iyi olduğunu sanmıyorum ama... dün boş zamanım vardı ve gitarımı görüp yazdığın şiir aklıma gelince, tabii bir de söylediklerin, aldım elime gitarı; yaptım bir şeyler. tam bitmiş sayılmaz, uğraşacağım yerleri var."

ah, kim taehyung... sen de bilmiyordun benim kalbimin pır pır atacağını, ilk defa kurduğun uzun tümcelerin ve ilk defa yaptığın bu naif jestin ardından.

kekeliyorum. "öyle mi? eminim çok güzel olmuştur." hem önceki gün öğrendiklerim hem de şimdiki sevimli bakışların bir türlü rahat bırakmıyor beni. sana -tabiri caizse- trip atmak isterken, önceki gibi sinir olmak isterken şu an sadece sana ayak uydurmanın peşindeyim. hayır... hayır, acımak değildi bu.

mutluluğun... güzel görünüyordu sadece.

heyecanla gözlerini kırpıyorsun ve yerinde hareketleniyorsun. "dinlemek ister misin?" gülmek istiyorum böyle ani kişilik değiştirişine.

söylemiştim, hyung. sevdiğin şeyleri yaparken ayrı bir hoş oluyorsun, demiştim. haklıydım da.

ellerimi onaylar bir biçimde açıyorum. "lütfen." kısacık bir nefes alıp dudaklarını birbirine bastırıyorsun. yanaklarının hafifçe şişmesine an ve an şahit oluyorum. elindeki gece mavisi gitar, üstündeki krem rengi üniformayı ve saçlarındaki kırmızı bandı tamamlıyor.

sesin ise, tüm bu görüntüyü daha da büyük bir şölene çeviriyor.

ben, sesimin güzel olmasıyla övünürken başkalarını takdir etmeyi unutmuştum. senin sesini takdir etmeyi unutmak ise bu noktadan sonra yapıp yapabileceğim en son şeydi.

"avuçlarım yorgun, sızlıyor
elimdeki hayat, dikenli ve zor
bana ait gibi değil hiçbir şey
son yaşam umudum oldu, mey

adımlarım beni uzaklaştırıyor sadece
oysaki önümde duruyor çıkış, öylece
belki fazla içtim, fazla güldüm bu gece
thanatos*, ricamdır senden iki hece"

ritim atmayı bırakman ile duraksıyorum. şarkıyı söylemen de, şarkının melodisi de, değiştirdiğin yerler de pek güzeldi aslında ama üçüncü kıtam yoktu şarkıda. "kim taehyung, bu gerçekten çok güzel..." kağıdı alıp inceliyorum. gitar akorlarını yazdığın yerlerde parmaklarımı gezdiriyorum. "bunu içten söylediğime emin olabilirsin ancak üçüncü kıtayı bulamıyorum. en çok da o kısmı sevmiştim." bunu söylediğimde yüzün asılıyor.

sevincin kaybolsun istememiştim ama gerçekten de üçüncü kıta benim gibi ilk defa yazan birisi için fazla güzel olmuştu ve onu kaybetmek, şimdi de hatırlayamamak beni üzmüştü. yine de senin kırılmış olduğunu düşünmek beni daha çok rahatsız ediyordu.

"jeongguk-ah." ilk defa samimi bir şekilde ismimi duyuyorum kırmızı dudaklarının arasından. "her ne kadar bir ve ikinci kıtada ölüm hakkında metaforlar olsa da -ki farkındasın bazılarına hiç dokunmadım, üçüncü kıtada ölümden açık seçik bahsetmiştin, onu arzuladığını belirtmiştin ama ne var biliyor musun?" gitarından dolayı pek fazla eğilemiyorsun, yine de bana doğru uzatıyorsun kendini. yüzündeki hafif buruk gülümseme ile söylüyorsun:

"ben, senin hayatında olsam da olmasam da, asla yaşamaktan vazgeçmene izin vermeyeceğim."

《the song》
   060420
   3.35 am

   *thanatos: yunan mitolojisinde insandaki tüm yıkıcı, öldürücü dürtülerin temsili; "ölüm"ün tecessümü, vücut bulmuş hali. ( https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Thanatos )

   pes etmek her zaman geçerli bir çözüm yolu değildir ancak çabalamak size asla geri adım attırmaz. ölmek, belki de kurtuluş olmayabilir.

   sizi seviyorum

vkook // dark magicDär berättelser lever. Upptäck nu