Duygularım iyice karmaşıklaştığından gözlerim dolmuştu, burada balıkları izlerken delireceğim hakikatinin baskısını artırması kanımı fokurdatmaya başladığı için odadan ayrıldım ve bir müddet koridorda dikildim. Annemin koynuna sokulmak hoş bir seçenekti fakat geç saatte eve gelmişti ve uykuya ihtiyacı vardı. Bu yüzden merdivenleri inerek mutfağa geçtim, doldurduğum bir bardak su bitene kadar yüreğime çöreklenmiş kötü hislerden kurtulmayı denesem de son çare ayakkabıları ayaklarıma geçirip kendimi ormana doğru yürürken bulmuştum. Kış mevsimine girmemizle beraber gökyüzünü esir almış puslu hava montuma sarınsam dahi titrememi sağlayan soğukluğun yansımaydı. Başımı yukarı kaldırıp özgürlüğün anlamına ket vurmuş kuşlara göz kırptım, yürüdüm, çıplak ağaçları selamladı.

Babamı aradım.

Hala kafamın içindeki gölgesini kovalıyordum, güneşin açısı değişse de griliğinin düştüğü bölge aynı kalıyordu ama kuruttuğum gülleri astığım ipe iliştirdiğim harita artık kullanılmaz haldeydi, ezdiğim kelebeğin leşini sürterek işaretlediğim noktalar gözyaşımla ıslanmış, kanımın kırmızılığından aşırmıştı ve gülün kuru yapraklarına işlenmişti.

Babamı bulamadım.

Dikenler, kuru güllerin mezar taşıydı ve yalnızca yılın belli günlerinde biriktirdiklerini onlara akıtabiliyordun, parmak uçlarını dağlayacağını bile bile kavramakla kalmıyor dilini bastırıyordun tat alma duyunu kaybetmeyi dileyerek. Şuursuzca aranmak acı baba, bulmamak ekşi, bulunamamak tuzlu. Bir kirazlarım tatlıydı, biraz rüyalarım. Kirazlarımı şaraba karıştırdım, rüyalarımı ölü okyanusa. Hani Sehun soru sormayışımı dert edinmiş, bağırıp duruyor ya... Yeterince bilmiyor muyum? Gitmeyi, kalmayı, gidenleri, kalanları, çıkmaz sokakları, geri gelmeyişleri, keskin kelimeleri, kalemi, kağıdı, sevgiyi, sevilmeyişi, kalabalığı, kimsesizliği, şehri, ormanı, yangını, okyanusları, seni, beni, bizi... Bilmiyormuşum. Nasıl mı anladım? Sehun rüyalarımda hiç adımı zikretmedi, onun seslenme unsuru 'deliciae' den ibaret. Bir sabah uyandım, rüyamda kaçmışım, kanamışım, terlemişim, yorgunum. Yine de o sözcüğün anlamını arattım, sonucu şaşırtıcıydı; Latince'de sevgilim manasını karşılıyordu.

Sevgilim... Sevmek kökünden türemiş hiçbir kelimeye vakıf değilken böyle bir sahiplenmeyi nasıl anlar yahut bilebilirdim. Belki farklı anlamlar taşıyordu, ben karşıma ilk çıkanı doğru kabul etmiştim. Bilmiyorum işte, aklım almıyor. Düşündükçe çıkmaza giriyorum, çıkmaza girdikçe uzuvlarımdan güç çekiliyor. Yine aynı durumla cebelleşmeye başladım, hücrelerim enerjilerini hızla boşaltırken arkamdaki ağaca yaslanabilmiştim. Gözlerimi kapatıp soluklanmayı denerken sessizliği dinliyordum. "Toprağa ilk kar tanesi düştüğü vakit dilediğin dilek kabul olurmuş." Korkudan çığlığım boğazımda düğümlendi. "İyi misin?" Elini omzuma koyup endişe ile sorunca, "Ben... İyiyim. Dolaşmaya çıkmıştım." diye mırıldandım.

"Güzel." dedi Chanyeol gülümseyerek. Ormanın derinliklerine baktıktan sonra olduğu yerde yaylandı ve "Kar yağacak, kokusunu alıyorum." diye şakıdı sahici bir hevesle. Tepkisi karşısında kıkırdadım, çocukları anımsatıyordu. "Dilek mi tutacaksın?" Hızla başını salladı. "Baş alfa ne dileyebilir ki?"

"O konu... Konuşma fırsatımız olmadı. Şöyle açıklayayım; gizliliği önemsiyoruz Jongin. Eğitmenimiz Bay Kim'in bu konuyu ne denli ciddiye aldığını anlatamam. Baş alfayı korumaya gönüllü kurtlara, genelde alfa ve betalarla çalışsak da, omegaların varlığından söz edebilirim, beş kişilik bir grubu tanıttı ve hangimizin baş alfa olduğunu açıklamadı. Sanırım kimseye direkt hedef göstermek istemiyor. Kurtlar güvenini kazandıkça bu sayı azaldı ancak hala etrafımızdaki herkes iki kişiyi korumakla görevli: Ben ve Sehun. Yalnız ikimiz gerçek baş alfanın kimliğini biliyoruz, bir de sen... Telefonda üstü kapalı konuşmamın sebeplerinden biri buydu. "

Capricorn-Sekai [Omegaverse] Where stories live. Discover now