28) Yolculuk

72.6K 1.6K 35
                                    

   "Beni şehre bırakır mısın?"

   "Anahtarları alıp geleyim, bekle." Çantalar elimde iskelede bekliyordum ki Crow ve Hunter, birbirlerinden hiç ayrılmadıkları gözümden kaçmamıştı tabii ki, görüş açıma girdiler. Bana doğru yaklaştıkça omuzlarındaki sırt çantalarını fark ettim. Peşlerinden Alvar gelip önlerine geçti.

   "Tek başına gitmene izin vereceğimizi düşünmedin herhalde?"

   "Bunu yapmak zorunda değilsiniz." Dedim içtenlikle. "Sadece şehre kadar gitmem gerekiyor, gerisini halledebilirim." Sözlerim hiç biri tarafından dikkate alınmadı.

   Tekneye atlayıp yerlerine yerleşirlerken tek bir söz söylemediler. Kaslarım hala sızlıyordu, kendimi sağlam tutabilmek için teknenin kenarını kavradım.

   "Umarım yeterince kalın kıyafetin vardır. Gittiğimiz yer cidden çok soğuk."

   "Şehre indiğimizde bir yerden bakarız."

   "Peki silahın var mı? Planın olmadan öyle bir yere gitmen çok aptalca, bizi de yanında sürüklüyorsun." Hunter'ın bu sert yorumlarından kaçabilmek mümkün değildi.

   "Kimse senden gelmeni istemedi, geç kalmadan vazgeçebilirsin."

   "Alvar seni tek göndermez, Crow da onu..."

   "Senin beni umursamadığın çok açık, öyleyse kim için geliyorsun?" Yanakları saçıyla aynı renge dönerken bakışlarını kaçırdı ve sertçe bagajın kapısını kapattı. Crow için geliyordu. Bunca zaman onların sadece arkadaş olduğunu sanmıştım. Kendimi aptal gibi hissediyordum, daha önce fark etmeliydim. "Bak bir plan bulacağım, tamam mı? Hiç birimizin zarar görmeyeceği bir plan olacak hem de. Söz veriyorum. Yolda düşünürüm." Sözlerim onu rahatlatmamıştı ama yine de deniyordum. Hunter şoför koltuğuna geçerken Alvar çoktan ön koltuğa yerleşmişti bile. Yanıma oturan Crow uzun kuzgun siyahı saçlarını ensesinde ince bir tokayla tutturmuştu, Alvar'dan büyük görünüyordu, çok inceydi, yanakları neredeyse içine göçmüştü. Buna rağmen iyi bir savaşçıydı. Hunter'sa... Her zamanki Hunter'dı. Sözü dinlenmeyince hep böyle kaşlarını çatardı. Şehre indiğimizde soğuk havaya uygun ve kayak kıyafetleri satan bir mağazanın önünde durduk.

   "Crow, burası pahalı bir yere benziyor." Dedi Alvar abisinin kulağına ama fısıldamayı pek de becerememişti.

   "İstediğinizi alın." Dedim bej bir kar montunu denerken. "Ben ödüyorum." Seçtiğimiz kıyafetlerin sıcak tutması dışında bir de rahat hareket edilebilir olmaları gerekiyordu.

   "Bütün Provan'lar zengin mi oluyor?"

   "Öyle de denebilir."

   "Şey, benim pek param kalmadı." İtirafına şaşırmamak imkânsızdı. O kadar parayı nasıl bitirmiş olabilirdi? "Evi sattığımı söylemiştim." Dedi deneme kabinine kaçmadan önce.

   "Sen ne kadar zenginsin ki?" diye sordu Alvar kocaman gözlerle. Dudak büktüm, ne kadar zengindim gerçekten, bilmiyordum.

   "Şey, hesabımda ne kadar para olduğunu bilmiyorum."

   "Bence bu yeterli bir cevap..." Aynada kendine bakıyordu, siyah kaz tüyü doldurulmuş kabarık montu denemişti. Etiketi kendine çevirip baktı. "Gerçek kaz tüyü mü? Bildiğimiz kaz tüyü?! İnanmıyorum." dedi montu çıkarıp uzağa fırlatırken. Pantolon denediğim kabinden çıktığımda sakince sordu. "Sence bu yaptığımız doğru mu? İntihar görevine çıkıyormuşuz gibi hissediyorum. Bence sorun yok ama şunların düğününü görmek isterdim." Dedi kafasıyla Hunter ve Crow'u işaret ederek. Hunter, Crow'un taktığı şapkayı düzeltiyordu. Kahretsin. O böyle deyince şöyle bir durdum, yaptıklarımı ve yapmak üzere olduğum şeyleri düşündüm. Düşünmek beş saniyemi aldı, taş çatlasa altı.

ANGIEWhere stories live. Discover now