20) Hunter

72.7K 1.6K 6
                                    

   Kucağımda önümü görmemi engelleyecek kadar büyük ve üzerinde kendi yazdığım not olan çiçekle korkunç dev, siyah binaya girdim. İçerisi bir banka kadar sessiz, soğuk ve temizdi. Her yer mermerle kaplıymış gibi görünüyordu. En sevimli gülümsememi takınıp masanın arkasındaki görevlilere doğru ilerledim.

   "Merhaba. Tanrım hava bugün çok sıcak..." Beklediğim karşılığı alamayınca masaya bıraktığım çiçeğin üzerindeki karta uzandım. "Hun-ter Pro-van. Hunter Provan'a teslimatım var."

    "Biz kendisine iletiriz." Dedi bastığı mermerle aynı soğuklukta olan kadın.

   "Bakın, çok isterdim ama kendisine teslim etmem gerekiyor. Özel teslimatın anlamı bu... Lütfen Hunter Provan'a haber verin, teslimatı yapayım ve öğle arasına çıkabileyim." Aynı kadın parlak bilgisayar ekranına baktı ve telefondan birini aradı. Ne konuştuğunu duyamadım çünkü dudaklarını açmadan konuşan tuhaf insanlardandı.

   "On beşinci kat, seksen altı numara. Kimliğinizi bırakmanız gerekiyor." Bunu düşünmemiştim işte. Cüzdanımı açtım, kimliğim yapabileceği bir şey yokmuş gibi umutsuzca bana bakıyordu, soyadlarımız aynıydı, arkadaki ceplerden birinde eskiden kulüplere girmek için kullandığım kimliğim duruyordu. Burada olduğunu bile unutmuştum. İsim tamamen farklıydı. Bilgileri misafir sistemine girerse öyle bir insanın yeryüzünde olmadığını görür, beni durdurmaya çalışırdı. Ama ben çoktan Hunter'ın katına çıkan asansöre binmiş olurdum. Belki de sadece güvenlik amaçlı kimliği elinde tutacaktı ve bu durumda hiçbir sorun çıkmayacaktı. Kimliği verip misafir kartını aldım. Demir turnikelerden geçip asansörlere yöneldim. Elim dolu olduğu için yakışıklı bir adam gideceğim katın tuşuna bastı. Benden önce indi ve inerken kibarca iyi günler diledi.

   Sıradan bir dünyada yaşıyor olsaydık ona bir şeyler içmeyi teklif ederdim, sonra da akışına bırakırdık ve neler olacağına bakardık. Maalesef o dünyadan çok uzaktaydım.

   Kucağımda harika kokan çiçeklerle, şık bir asansörün içindeydim. Kendimi, çalan tatlı müziğe bırakıp gülümsedim. Havada süzülür gibi hissettiğim birkaç saniyeden sonra kata ulaştım. En son ne zaman bu kadar iyi hissettiğimi hatırlayamıyordum, küçücük şeyler, iyi bir müzik, mis kokan çiçekler ve topuklu ayakkabıların bir kadını iyi hissettirmek için yeterli olduğunu bir anlayabilselerdi keşke...

   Ding!

   Ve kapılar açıldı.

   Sağ ayağımı asansörün dışına attığım anda önüme bir şey düştü. Çirkin bir şey...

   Milisaniyeler içinde asansöre gerileyip kapıları kapatmayı düşündüm. Zemin kata ulaşır ulaşmaz kendimi dışarıya atar, Todd'la birlikte güvende olacağımız bir yere gider, sonsuza kadar mutlu yaşardık.

  Yine, yapılması gereken bu olmalıydı.

   Bense diğer adımımı canavarın üstünden geçip koridorun diğer tarafında neler olduğunu görmek üzere ileriye attım.

   Ne sorunum vardı benim?

   Üzerinden geçtiğim canavar, baygın görünüyordu. Bedeninden halıya doğru dağılan kana bakarsak ölmüş bile olabilirdi. Elimdeki vazoyu sıkıca tutup temkinli adımlarla tozlu koridorda ilerledim. Birileri küfür ediyor, canavarlarsa hırlıyordu. Yine o pas kokusu etrafı sarmıştı ve yoğunluğundan canavar sayısının karşılaştıklarımdan daha fazla olduğunu anladım. İlerlemeye devam ettim. Cam ve kemiklerin kırılma sesleri, boğuk konuşmalar, çığlıklar, odalardan birinin kapısı açılana kadar derinden duyduğum seslerdi. Siyah uzun saçlı bir adam kapının önüne sırt üstü düştü ve ellerini yüzünü korumak için kaldırdı. Peşinden bir canavar üzerine çullandı, dişleri gördüğüm diğer canavarlardan daha büyük ve keskindi. Düşünmeden elimdeki vazoyu canavarın kafasına fırlattım. Ona çarptığı anda paramparça oldu, cam kırıkları ve savrulan çiçekler gözümün önünde ağır çekimde etrafımıza dağıldı. Canavar, adamın diğer yanına düştü. Adam kendini kurtarıp ayağa kalktı ve şaşkın gözlerle bana baktı.

ANGIEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin