14-Zaman

1.9K 355 54
                                    

1980

Yüzü, gözü tanınmaz halde zorla tutulduğu odada çaresizdi Ayşem. Rezil olmuştu, kocaya kaçmaya çalışırken yakalanarak ailesinin namusunu iki paralık etmişti. Deli İbrahim artık ne kahveye çıkabiliyordu ne de yolda gördüğü birine selam verebiliyordu. Gözaltına alınan Murat'tan haber yoktu. Nereye götürülmüştü? Suçu neydi? Mahkemesi ne zaman görülecekti? Mahşer yeri gibiydi karakollar. Bunca fişlenen, gözaltına alınan insana ne olacaktı? Bazı gözlerde korku, bazılarında ise anarşi son buldu diye huzur vardı. Ayşem'inkilerde ise sonsuz bir umutsuzluk. Ne gidecek bir kapısı kalmıştı ne de sevdiği. Fikret'in neden hâlâ onunla evlenmek istediğini anlamıyordu Ayşem. Deli İbrahim açıkça konuşmuştu. Ya nikâhlanır bu kahpe, ya da beni katil eder bu yaştan sonra diye.

Ortalık öyle karışıktı ki hiç kimse ne yapacağını bilmiyordu. Elinde bir kitapla yakalanan ya da sırf sokağa çıkarken kimliği yanında değil diye götürülen, kayıplara karışan çok fazla insan vardı. Galiba sonunda kıyamet kopmuştu. Başkaları için olmasa bile bu yaşananlar Ayşem'in kıyametiydi. İsrafil suru üflemişti ancak kimse duymamıştı.

Genç kızın bir türlü aklı almıyordu. Murat nasıl kaybolurdu? Ondan nasıl haber alamazdı? Neredeydi? Ne haldeydi? Yaşıyor muydu? Ona bir şey olursa Ayşem'i kim kurtaracaktı?

Günler süren hapis hayatının ardından nikâh hazırlıkları için kimliğine el koyulduğunda Fikret'in ya da annesinin kulağına yaşananların gitmemiş olabilme ihtimali süzüldü aklına. Yoksa kim adı çıkmış, onu sevmeyen bir kızla evlenmek isterdi ki? Kim başkasının yavuklusunu kendine alırdı? O halde bu adamla konuşmalıydı. Derdini, sevdasını anlatmalıydı. Evlenme benimle, ben seninle evlenemem demeliydi.

Ayşem'in zamana ihtiyacı vardı. Bu yaşananları insanların unutmasına, Murat'ın geri gelmesine, onu alıp götürmesine ihtiyacı vardı. Zaman her şeyin ilacı derlerdi ya hani, Ayşem'in tek dayanağı bu ilaçtı artık. Gözünü karartarak çeyiz sandığının ağır kapağını kaldırdı. Nişan bohçasını yerinden çıkararak kucakladı. Annesi mutfakta yemek yapıyordu. Betül de küçük sehpada ödevleriyle uğraşıyordu. Kimse onu durduramasın diye sessizce kapıyı açtı. Bahçede ayakkabılarını ayağına geçirdi, insanların ağzına laf vermemek için sokakta pek kimsenin gözüne gözükmeden ana yola çıktı. Onu şehre götürecek dolmuşa bindi. Yol boyunca da cesaretini kaybetmemek için hem dua etti hem de o adamla annesine söyleyeceklerini içinden tekrar etti.

Yalnız yaşadıklarını duyduğu ana oğlun kapısına geldiğinde elindeki minik adreste yazan kâğıdın burası olduğundan emin olmak istercesine inceledi. Kapısına geldiği ev bir gecekonduydu. Bu insanlar memleketlimiz, hali vakti yerinde insanlar denmemiş miydi? Belli ki söylenenlerde bir yalan vardı. Gerçi bir önemi de yoktu. Deli İbrahim bu saatten sonra sözünden caymazdı. İster kadı olsun ister soytarı, söz ağızdan bir kere çıkardı. Ayşem'i Fikret'e verecekti. Bu sebeple sözünden cayması gereken Fikret'ti.

Titreyen ellerini kontrol altında tutmak istercesine yumruklarını sıktı, eski, ahşap kapıyı tıklattı. Gündüz vaktiydi ama her yer aydınlık olmasına rağmen bir huzursuzluk, ürperti sardı Ayşem'i. İçeriden gelen bazı takırtıların ardından Naciye Hanım telaşlı bir halde kapıyı açtı. Müstakbel gelinini, gün ortasında elinde bohçayla bir başına karşısında görünce de haklı olarak şaşırdı.

"Hayırdır kızım? Sen buraya bir başına nasıl geldin? Kötü bir şey mi oldu?"

Konuşmadan önce yutkundu ve sesinin düzgün çıkmasına özen göstererek cevap verdi Ayşem.

"Yok, kusura bakmayın böyle habersiz geldim ama benim sizinle önemli bir konuda konuşmam lazım. Müsait miydiniz?"

"Hayır olsun inşallah. Geç içeri, müsaidim."

SAKLI KALAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin