just like a daydream

5.5K 788 863
                                    

Yine upuzun bir aranın ardından,upuzun bir bölümle geldim.'Güllük gülistanlık' geçen bölümler artık burda sarpa sarıyor ve tanıdık yüzleri görmeye daha çok yaklaşıyoruz:)

Umarım beklentilerinizi karşılar.Yorum yapıp fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim çünkü yorum okumak çok hoşuma gidiyor,iyi eğlenceler;)
________________
2 ay sonra.

Hakladım.

Elimdeki baltayı bir diğerinin kafasına geçirirken artık bunu ne kadar alışkanlık haline getirdiğim gerçeğinin şaşkınlığını es geçerek ilerlemeye devam ettim. Bugün av sırası benimle Lisa'daydı ve şans eseri uzun süre sonra ilk kez elimiz dolu dönüyorduk -en azından bunu deniyorduk- ancak önümüzdeki leşler ordusunu göz önünde bulundurursak dönmemiz için olağan anca iki yol vardı:

 Bir- Eve geri dönmek.
 İki- Yarı yolda yem olup leşlerden birine dönmek.

Hah, tekrar hakladım. Ölüm döşeğinde bile espritüel kimliğimden bir şey kaybetmiyorum.

"Taehyung, şişko olanı ben aldım."

Lisa elindeki katanayla -nereden bulduğunu veya kullanmayı öğrendiğini sorgulamak dahi istemedim- oldukça iri olan aylağın kafasını gövdesinden ayırırken dikkatimi dağıtmamaya çalışıyor, bir yandan sırt çantamın içindeki avladığım tavşanları yerinde tutmaya çabalıyordum. Artık eskisi gibi korkak, her an kusmaya hazır ve kaçık gibi davranmamam bana hayatta kalabilmem adına koca bir artı sağlamıştı ve ben elimden geldiğince yeni 'yaşantıma' uyum sağlamaya çalışıyordum. Koskoca iki ayı devirmiştik ve kendime oldukça çeki düzen vermiştim. Kendimce yeni metodlar geliştirmiş, bir aksiyon filminin başrol oyuncusuymuşum gibi düşünerek bir kaç şekilli hareket falan ayarlamıştım.

Sağımdan gelen ve kafası buruşmuş çürük bir hurmaya benzeyen leşe döndüm. Leşlerin dişlerinin tenle temas etmediği sürece başka hiçbir açıdan zarar veremediğini öğrenmek pek sürmemişti. Baltayı kafalarına geçirip ortadan ikiye ayırana kadar ve kollarım jöleye dönene dek denemektense, onların ağız kısımlarına saldırmak daha mantıklı geliyordu. Tabii, hedefim en tehlikeli yer olduğundan uzun süre tamamen tutturana dek kolumu gerçekten kaybetme riski altına çokça kez girmiştim belki ama şimdi ne yaptığımın farkındaydım ve sikeyim ki bu beni harika havalı hissettiriyordu.

Seni de aldım ve inci dişlerin yerde kızım, şimdi götümü öpebilirsin.

Of, harikayım işte.

"Kara göründü, kuvvetler aşağı!"

Lisa neşeyle söylenip terden yüzüne yapışmış kahküllerini üfleyerek çekmeye çalıştı. En çok onunla ava çıkmayı seviyordum çünkü benim daha kendime özgüvenli hissetmemi sağlamasının yanı sıra, korkumun önüne geçmek için olan her şeyi bir oyun gibi gösteriyordu. İki ay önceki ağlak halimden çok uzaktaydım şimdi ve ağız koparmaktan hoşnut olan bir psikopata dönüşmeye başlıyor gibi hissediyordum. Ve bundan gitgide zevk almaya başlıyordum da.

"Hyung, geldiniz!"

Jihoon sevinçle bana doğru koşup aniden üzerime atladığında onu yakalamak adına sırtımdaki çantayı ve elimdeki baltayı yere atmak zorunda kalmıştım. Kollarını boynuma sarıp beni içine sokacakmış gibi sımsıkı sarıldığındaysa gülümsemeden edemedim.

Jihoon bana sevgisini göstermekten hiç çekinmiyordu -sonrasında aşırı utanıp ani hareketlerini reddetse de- ve onca kötü şeyin ardından değer gördüğümü hissetmek iyi geliyordu. Onun duygularına karşılık vermeyi çok istiyordum ancak beni engelleyen ama ne olduğunu anlayamadığım bir şey varmış gibi hissediyordum. İstesem çoktan onunla bir şeyleri düzene sokabilirdim belki ama bundan alıkoyuluyor gibiydim. Jihoon'u da tek taraflı bırakmayı da istemediğim için aramızdaki her neyse bunu hiç dillendirmemeyi seçmiştim.

the walking dead •taekook•Where stories live. Discover now