toparlanmak

225 37 71
                                    

임개범

Şişeme doldurduğum keder... yanımda taşıyordum koca şeyi. Göğsüme sığdıramadığım hüznü silip süpürmesi için döküyordum ortalığa. Yakıyordum midemi, kendime bunu yediremiyordum.

Kendimdeydim, birkaç saniye kendimdeydim. Dünyam karardı resmen. Hiç bu kadar sinirli hissetmemiştim, küçük çocuklar gibi tepinmek ve ağlamak istedim.

Elim soğuk, kırışmış çarşafta kayıp gitti. Öylesine yokluyordum, kumaşa sarılmıştım; gözyaşları ben farkında olmadan çiziyordu yanaklarımı. Paramparça ediyordu yüzümü.

"Özür dilerim."
Hıçkırığımda boğuldum. Bir kez daha af diledim hiçliğin ortasına. Cevap gelmeyeceğini biliyordum. Yoktu artık, elimi yüzüme bulaştırmıştım.

"Başka çarem yoktu."

Bu söylediğimde pişman olduğum, yüzümü kızartan bir cümle oldu. Kimse duymadı, yalan olup olmaması pek önemli değildi. Ancak ben elimden daha fazlası gelebilecekken pes etmiştim.

Evde yoktu kimse.

Şehirden döneli, kendimi korkuyla yatak odasına atarak Youngjae'yi görmeyi beklemem sonuç vermemişti. Jackson çoktan onu götürmüş olmalıydı.

Yalpalayarak ayağa kalktım. Montumun uzun gelen kolu yüzünden kapanan sağ elimi açığa çıkardım ve gözlerimi ovuşturdum. Karanlıkta çarptığım birkaç şey devrildi, bir şekilde alt kata indim bu soğuk sessizlikte. Kapının önündeki kırmızı telefona sarıldım hemen. Numarasını hatırlayabildiğim az buçuk insan vardı. Masanın yanı başında dizlerimin üzerine çöktüm. Gücüm kalmamıştı daha fazla. Kapının camından sızan ayışığından ne kadar görebiliyorsam o kadar görüyordum.

Kesik ve hızlı nefesler alarak masaya koyduğum kollarıma gömdüm kafamı. Sağ elimde telefonu tutuyordum. Sakinleşmeye ve numaraları hatırlamaya çalıştım. Panik atak geçirmek üzereydim belki de. Nefesim daralıyordu, içten içe biri sıkıyor gibiydi. Bıraksam kendimi iki büklüm olacaktım.

''Hadi... Hadi...'' Kendimi motive etmek için mırıldandım. İlk denememde numarayı eksik tuşlamış olmalıydım ki telesekreter sinir bozucu birkaç söylemde bulundu. Bir sonrakinde aramam açılmadı. Çaldı, çaldı ve kapandı. Ben titreyerek telefonu yerine koyduğum an çaldı ama. Hızla açıp kulağıma götürdüm. Fazla konuşsam kusacak gibiydim, onu görmeye çok ihtiyacım vardı. Sesini duymaya.

''J-Jaebum? Aman tanrım. Tanrım...'' Namjoon, endişesinden sıyrılarak sinirli bir hava büründü. ''Neredesin sen orospu çocuğu?!''

Titreten ellerimle sabit tutmaya çalıştığım telefon elimden kayacak gibi oldu. Sol elimi yumruk yaptım ve zorlukla mırıldandım. ''Joon.'' Sesimi duyduğunda daha da endişelendi, milyonlarca soru sordu. Sahi, almıyordu hiç birini aklım. Bir bilseydi halimi...

''Canım çok yanıyor. N-Ne olursun alalım onu... J-Joon lütfen, l-lütfen.''

''Ne?''

''Lütfen. N-Nefes alamıyorum. Yalvarırım...''

''Tamam. Tamam dostum, yeter ki nerede olduğunu söyle. Annen nasıl endişelendi biliyor musun?''

''Ben... Ben Chan'lerdeyim.''

''O pezeve- Tanrım, delireceğim şimdi!'' Hışırtı sesleri geldi. Yanaklarımda kurumak üzere olan gözyaşlarına yenileri eklenirken bir çırpıda sildim hepsini, kolumla. ''Geliyorum. Sakın bir yere ayrılma.''

𝙸𝚗𝚎𝚏𝚏𝚊𝚋𝚕𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin