iyileşmeyen yaralar

441 51 69
                                    

김유겸

"Günaydın baba. Müsait misin?"

"Günaydın. Bir sıkıntı mı var?"

Çerçevesi kırılmış, eskitmeli aynadan; kendime bakıyordum. Bir döngü gibiydi yaptığım. Her ayrıntıda başa dönüyordum, kendimi tanımaya çalışmam bu şekilde son buluyordu benim. Acınasıydım.

Telefonun şarzı bitmek üzereydi, acele etmeliydim belki de.

"Seninle konuşmam gereken bir şey var. Bugün hastaneye gelebilir miyim?"

Hışırtı ve öksürük sesleriyle kulağımdan biraz uzaklaştırdım telefonu.

En ufak gürültüde yere serilecek gibiydim. Çok güçsüz.

Yorgundum ben.

"Neden soruyorsun ki? İstediğin zaman gelebileceğini biliyorsun."

"Bilmem... Birazdan çıkarım yola. Yeni eve yerleşeceğim, okula gidemiyorum bugün."

Kelimlerimin getirdiği sessizlik ardından mırıldandım. Taşınmam konusunu tam kabullenmiş değildi hala, biliyordum.
"Annemden haber aldın mı?"

"Hayır." Yorgun çıkan sesine, hüzün de eklenmişti şimdi. Konuyu hemen kapatmak istediğini biliyordum. Babam dertlerini paylaşmazdı hiç benimle. Acı dolu hatıraları ve yaralarını, içeride bir yerde muhafaza ediyordu hep. İyileştirmeme izin vermezdi. Geçmişinden güç alıyordu.
Güçlü olmayı öğreniyordu hala, yaşı gençti.

"Şemsiye almayı unutma Yugyeom. Yağmur yağacak."

Çocukluğum hastanelerde geçmişti.

Yalnız, soğuk odalardaki hastalara bahçeden koparıp gizlice içeriye soktuğum çiçekleri verirdim.
Babamın istediği gibi biri olmak için. Onu gururlandırmak için yapardım, insanlara yardım ederdim.

Parmağımda diken yaralarını peçeteyle silerdim ben. Kırmızı güllerden birini uzatırdım ona. Elimden alırdı, bir kere bile bakmazdı yüzümdeki hevesli gülümsemeye. Dizlerimdeki toprağı, çamuru temizlememi isterdi ardından.

Ele avuca sığmıyordu hüznüm.

Hastane girişine yaklaşırken dikkatimi çeken bedenle adımlarımı yavaşlattım, ilerledikçe kendimi onun yanında buluyordum. Yanında duraksadığımda ise pas vermemişti hiç.

"Hey, burada ne yapıyorsun?"

Siyah saçlı çocuk, dikkatini çiseleyen yağmura vermiş; dolu gözleriyle dışarıyı seyrediyordu.. Girişin önünde tek başınaydı, hastane kıyafeti dışında bir şey yoktu üzerinde. Öylece, dikilmiş duruyordu heykel gibi.

Tek kaşımı kaldırdım ve ayakkabı olmayan çıplak ayaklarına baktım merakla.
"Üşüteceksin."

Cevap vermedi yine. Beni duyuyormuydu bile bilmiyordum. İşitme engelli olabilir miydi? Çalışma masamın üzerindeki aptal kaktüsümle konuşuyor gibi hissetmiştim.
Gerçi kaktüsüm, karşımdaki çocuk kadar iyi görünüme sahip değildi.
Yalnızca kaktüsümdü.

𝙸𝚗𝚎𝚏𝚏𝚊𝚋𝚕𝚎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin