Bölüm 34: Ölüm Çığlığı

Start from the beginning
                                    

"Ne? Kardeşim anlatsana!"

"D-Draco... O oradaydı. Ve diğer ölüm yiyenler. Draco onu öldürmekle görevlendirilmiş." dedi son cümleyi söylerken bakışlarını bana dikerek. 

Nefesim boğazıma düğümlenmişti.

"Ama-" 

Harry'nin cümlesi yarıda kalırken koşarak ortak salondan çıktım. Gözyaşlarım  bir fırsat bulup akmaya çalışıyorlardı ama bütün gücümle engel oluyordum. 

Ortak salona giden koridorda Draco ve diğer ölüm yiyenleri gördüm.  Bacaklarım kenetlenince olduğum yerde kaldım.

"DRACO MALFOY!" Sesim beklediğimden daha sert çıkmıştı. 

Onun yorgun ve acı dolu bakışları bana dönerken o bakışların sadece numara olduğunu düşünmüştüm.

Hızlı adımlarla yanıma yürüyüp karşımda durdu. "Mione..."

"Bana Mione deme!"

Gözyaşlarımı tutmakta zorluk çekerken bağırmaya devam ediyordum.

"Bunu nasıl yaparsın? Ona bunu nasıl yapabildin Draco!"

Bakışları şaşkınlıkla kocaman açılmışken ben şaşırmasına anlam yükleyecek kadar sağlıklı düşünemiyordum.

"Mione ben hiçbir şey-"

"BANA MİONE DEME! Sen onu öldürdün Draco! Sen Dumbledore'u ölürdün! Sen bana ihanet ettin."

Parmağımı kaldırıp sertçe göğsüne vurdum. Tam kalbinin olduğu yeri işaret ederek.

"Sen bize ihanet ettin!"

Boynumda duran yüzüğü hatırlayınca elim boynuma gitti. Sıkıca tuttuğum zinciri kopardım ve yere attım. Yavaşça eğilip yüzüğü aldı ve tekrar bana uzattı. Elimin tersiyle eline vurdum ve yüzük tekrar yere düştü.

Onun gözlerinden gözyaşları akmaya başlayınca ona iğrenircesine bir bakış gönderdim.

"Bu timsah gözyaşlarını kimseye yediremezsin Malfoy!" 

Sesim düşündüğümden her seferinde daha sert çıkıyordu ama gücümü yitirdiğimi hissetmem uzun sürmedi. Artık gözyaşlarımı tutamayacağımı hissettiğimde onları serbest bıraktım.

"Bunu nasıl yaptın Draco? Bunu neden yaptın?"

Yumruk yaptığım ellerimi göğsüne vurmaya başladım. Onunda ağladığını görsem de dedim ya, o an o gözyaşlarına inanmıyordum. Daha sert vurmaya başladığımda sesimi yükselttim.

"BUNU NEDEN YAPTIN?!" 

Gözyaşlarım şelaleler gibi akıyordu ve durdurmak için çaba gösterecek gücüm kalmamıştı. Ayakta durmak için bile gücüm kalmamıştı. 

Omuzlarında duran ellerimi yerinden oynatmayarak dizlerimin üzerine çöktüm.

"Neden? Neden yaptın Draco neden?" 

İçimde ezilmiş ruhumun üzerine basıyordu sanki her susuşunda. İçimde ona karşı bir öfke olsa da kalbim acıyordu. Bunu yapmış olmasını kabullenmek istemiyordum. Sanki geçerli bir sebep sunsa onu affedecek gibiydim. Duygularım yere fırlatılmış bardaklar gibi paramparçaydı. Kalbimde koca bir hançer yarası vardı sanki. Bu yarayı açan hançer de onun gözleriydi.

Ben gerçeklerle yüzleşmekten korkarak hıçkırıklarımın arkasına saklanırken Bellatrix Lestrange'ın sesi odayı doldurdu.

"Hadi Draco! Bırak şu ezik bulanığı. Gitmeliyiz." dedi ve kahkahası hıçkırıklarımı bastırdı.

Ellerim Draco'nun göğsünden yavaşça yere düşerken ruhum bir uçurumun kenarında dipsiz bir kuyuya düşüyordu. Kafamı kaldırıp son kez gözlerine baktım. Hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp gitti.

Yazar

Kapıdan çıkmadan önce yerde parlayan bir şey dikkatini çekti genç adamın. Yere eğilip yavaşça onu alıp cebine attı.

Tam kapıdan çıkarken sevdiğine baktı son kez. Onunla böyle bir vedalaşma hayal etmemişti. Gerçeği bilmiyordu. Neden ona söylemedim diye geçirdi içinden. Eğer ona söyleseydi ne değişecekti ki zaten.

Sevdiği kız dizlerinin üzerine çökmüş başını önüne eğmişti. Kıvırcık saçları yüzünü kapatıyordu. İçinde hissettiği parçalanma hissi o anda yıkılma isteği uyandırdı genç adamda. O anda orada ölme isteği. 

Kapıdan çıkarken ağzından tek bir cümle çıktı, kendisinin bile zor duyacağı bir ses tonuyla.

"Ben yapmadım." 

Yerde hayal kırkları kalbine batan genç kız hıçkırıklarına mahkum düşmüştü. Ölüm yiyenler koridordan uzaklaştığında hıçkırıklarından başka hiçbir şey duyulmuyordu. Kendi sesi koridor içinde dolanıp ona geri dönüyordu.

Kendini kullanılmış, ihanete uğramış hissediyordu biraz da. Kendini her şeyin düzeleceğine öyle bir inandırmıştı ki, şimdi inandığı gerçeklerin suratına kum taneleri gibi sertçe çarpması onu paramparça etmişti. 

Cam parçaları gibi her göz yaşı yüzünde bir iz bırakıyordu. İçinde oluşan acı her geçen saniye artarken gözyaşlarında boğuluyordu. Ellerini yere vurup tüm gücüyle çığlık attı.

Bu çığlık geceyi deldi. Öyle bir çığlıktı ki çevredeki bütün pozitif duyguları ezip geçmiş, çarptığı her şey delip geçmişti. Bu bir kızın ölüm çığlığıydı. Bu bir kızın hayallerinin ölüm çığlığıydı. Bu bir kızın çocukluğunun ölüm çığlığıydı. Bu bir kızın duygularının ölüm çığlığıydı.

Ayağa kalktı. Koridorlarında boş boş yürümeye başladı Hogwarts'ın. Yapacak hiçbir şeyi yoktu. Artık yaşadığını hissetmiyordu.

Birden aklına gelmesinin üzerine bahçeye çıktı. Hogwarts öğrencilerinden oluşmuş kalabalığı yarıp önlerine geçti. Dumbledor'un başında Ginny'le sarılmış ağlayan Harry'i gördü. Yavaşça arkadaşı Ron'un yanına gitti.

 Ron bir kolunu ağlayan arkadaşı Hermione'ne omzuna attı. Diğerini de sevgilisi Lavender'ın beline koydu. Göğsü ağlayan iki kıza ev sahipliği yapıyordu.

Söyleyecek söz yoktu. Bu anı anlatmanın bir yolu yoktu. Gökte Karanlık İşaret belirirken bütün asalar havaya kalktı onun anısına. O artık yoktu. İsmi Lazım Değil'in bile korktuğu adam artık yoktu. 

 Albus Percival Wulfric Brian Dumbledore artık sadece bir anıdan ibaretti.

Merhaba arkadaşlar. Bu bölümü o kadar iyi yazdığımı düşünmüyorum çünkü sanırım Hermione'nin duygularını pek iyi anlatamadım. Yine de düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız sevinirim. Son 4-5 bölümdeyiz. Hikaye gerçekten çok uzadı. Bu kadar uzatmayı düşünmemiştim. Hepinizi çok seviyorum ve uzun sürse bile okumayı bırakmadığınız için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.



I Need You MUDBLOOD/DramioneWhere stories live. Discover now