26 • unforgivable faults

505 60 114
                                    

Kasabanın havasında yaşanan ve benim öngöremediğim ani değişimin ardından, bir önceki gece Jack'in omuzlarıma bıraktığı ceketine minnettar olduğumu fark ettim. Omuzlarımı ve hatta sırtımın büyük bölümünü açıkta bırakan ince askılı tişörtümle Cliffordlar'ın rüzgara olabildiğince alan tanıyan verandasında biraz bile dikilseydim, akşam çıkacağımız yolu rüyamda dahi göremeyeceğime emindim. Hava çok da soğuk değildi, ancak evlerinin bulunduğu yer pek güneş almıyordu ve ben dakikalardır kapının açılması için bekliyordum. Kapıyı tekmelememe gerçekten çok az kalmıştı.

Bir kez daha zile basmak için göğsümde kavuşturduğum kollarımdan birini kaldırdığımda, kapının tokmağı rahatsız edici bir ses çıkartarak çevrildi. Uykulu gözlerini ovuşturarak kapıyı açan kıvırcık saçlı, koyu tenli çocuğa bakarken içimin ısındığını fark ettim. Michael görüp görebileceğiniz en beyaz tenli çocuktu, sosyal medya hesaplarında gördüğüm kadarıyla anne ve babası da öyleydi, bu sebeple Ben'in zeytuni ten rengini ve koyu saçlarını babasından aldığını düşünüyordum. Michael'ı ya da ailesini andıran hiçbir özelliği yoktu.

"JJ!" dedi beni gördüğünde birkaç tanesi dökülmüş dişlerini gösterecek şekilde sırıtarak. Uzanıp minik kollarını bacaklarıma doladığında kıkırdayıp beceriksiz sarılışından kurtuldum ve dizlerimin üzerine çöküp onu kollarımın arasına aldım. Parmağımla burnunun ucuna dokunduğumda gülümsemesi biraz daha genişledi. "Git, üzerini giyin." dedim bulaşıcı olan gülümsemesi benim de yüzümü kaplarken. "Seni dondurma yemeye götürüyorum."

Gözleri kocaman açılırken hızla kollarımın arasından kurtuldu ve açık kapıdan kolaylıkla görebildiğim ahşap merdivenlere doğru koştu. "Sözünü tutacağını biliyordum!"

Gülerek arkasından bakarken üzerinde yalnızca bir basketbol şortu ile kapıya ilerleyen Michael'ı gördüğümde kaşlarım istemsizce havalandı. Bu kadar süre kapıda beklemiş, zile sayamayacağım kadar basmıştım ama o bunca zaman evde mi oturuyordu yani? Bir de Luke ne kadar tembel olduğunu söylediğinde ona kızıyordu. "Duyduğuma göre akşam Newcastle'a gidiyormuşsunuz."

Omuzlarımı ilgisiz bir tavırla silktim, ancak hareketlerimin aksine bir an önce akşam olması için deliriyordum. "Jack nereye gideceğimizi söylemedi."

"Muhtemelen o da bilmediğindendir, genelde kararı Luke veriyor. Jack gibi adamlar yolun sonunda ne olduğunu önemsemezler, onların umrunda olan tek şey yoldur."

Gülümsedim, Jack'in yol hakkında söyledikleri zihnimde yankılandı. Herkesin tanıdığını sandığı bir adamın kimseye göstermediği bir yanını bilmek, duvarları olan bir insanın sorgusuzca kabullendiği hayaleti olabilmek inanılmaz bir histi.

"Aptal gibi güleceğin ne söylediğimi çok merak ettim şimdi." dedi Michael, kaşlarını tavrını destekler bir tavırla kaldırırken. Ona küfür edip yumruğumu göğsüne yapıştıracakken oldukça gürültülü ve hızlı adımlarla yanımıza yaklaşan ufaklığı fark edip kelimelerimi zorlukla yuttum. Geniş bir gülümseme bir kez daha dudaklarıma yayılırken elimi tutması için uzattım. "Biz gidiyoruz." dedim gözlerimi devirmeden önce. "Bir saate falan burada oluruz."

"Evet," dedi Ben, ufak göğsünü kabartarak. Ses tonu ukala olduğu kadar sevimliydi. "Biz gidiyoruz, Michael."

"Benden izin aldın mı?" dedi Michael, dik dik küçük çocuğa bakarken. Uzanıp suratına yumruğumu geçirmemek için irademi son kırıntısına dek kullanmam gerekmişti, ancak Ben düşündüğümün aksine buna aldırmadı. "Teyzem bir şey yaparken izin isteyeceğim son insan olduğunu söylüyor. Sen onaylıyorsan yapacağım şey kesinlikle yanlışmış."

"Ne?"

"JJ ile dondurma yemeye gidebileceğimi de söyledi ayrıca."

"Buna ben de izin verecektim zaten!" dedi Michael, bu kadar incelebileceğine inanamadığım ses tonuyla. Alınmış gibi görünüyordu. Güldüm. "Hadi, Ben." dedim küçük elini biraz daha sıkı kavrarken. "Çok fazla vaktimiz yok."

the wayWhere stories live. Discover now