4 • the sweet taste of wind and a painful oath

1.4K 132 101
                                    

Belki dünyaya geleli çok uzun süre olmamıştı, ancak on sekiz yıl boyunca daha hayatta hissettiğim hiçbir an hatırlamıyordum.

Motor ileri atıldığında ve Calum gaz verdiğinde korkacağımı düşünmüştüm, fakat tatlı esinti tenimi okşadığında hissettiğim tek şey göğsümde büyüyen ve adlandıramadığım şeydi. Bir anda her şey anlamsız görünmüştü; savrulan saçlarım, üşüdüğü için titreyen bedenim, hiç tanımadığım bu adama doladığım kollarımın verdiği o tuhaf his... Rüzgarın uğultusunu serbest kalan düşüncelerim bastırmıştı ve daha önce böylesine... özgür hissetmediğime emindim. Calum gittikçe hızlanmıyor olsaydı eğer, ona bunu yapması için yalvarabilirdim. Geliş yolunda babam yavaş ve dikkatliydi, lakin bilmediğim bir yolda ilerleyen bu yabancının önemsediği tek şey tekerleklerin altında kayıp giden yolun ona verdiği hazdı. Biliyordum, çünkü benim de hissettiğim tam olarak buydu.

Motorun ilerlerken çıkardığı ses, zihnimin içerisinde canlanan fırtına ve rüzgarın tenime çarparken çıkardığı o huzur verici uğultu, beni neredeyse kendimden geçirmişti. Bu yüzden Calum'un fark etmesine kalmadan, içimden gelen bir başka dürtüye kulak verdim. Kollarımı doladığım bedeninden ayırdım ve iki yana doğru açtım. Yalnızca birkaç saniye sonra kafasını omzunun üzerinden hafifçe bana çevirdi ve ne yaptığımı kontrol etti. Yüzünde bir gülümseme olduğunu görmedim, ancak her nasılsa hissettim ve bu fikir içimi ısıttı.

Gözlerimi yumdum ve bedenimin özgürlüğü tatmasına izin verdim. Daha önce bunu yapmadığım için kendime çok öfkeliydim. Ancak içinde bulunduğum hapishane düşünüldüğünde çok da şaşırmamam gerektiğini biliyordum.

"Düşeceksin." dediğini duydum boğuk bir sesle. "Bana tutunsan diyorum artık."

Ufak bir kahkahanın dudaklarımdan dökülmesine engel olamadan kollarımı tekrar sert gövdesine doladım. "Biliyorsun," dedim rüzgarın gürültüsünden güçlükle duyulan muzip bir tonlamayla. "Sana sarılmamı istiyorsan, yalnızca sorabilirdin."

Vücudu kollarımın arasında gerildi, ama bir şey söylemedi. Muhtemelen verecek bir cevabı olmadığındandı. Bu düşünce beni biraz daha güldürdü.

Motor ara sokaklardan birine girip yavaşladığında yaşadığım hayal kırıklığını anlatmam gerekirse eğer, küçük bir çocuğun aldığı dondurmanın tadına dahi bakamadan yere düşürmesiyle eşdeğer bulduğumu söyleyebilirdim. Neredeyse Calum'a biraz daha sürmesi için yalvaracaktım, fakat Irwin ile konuşmak benim için gerçekten çok önemliydi.

Ayrıca bu aptalın egosunu da besleyemezdim daha fazla.

Bu yüzden motoru durdurduğunda hiç beklemeden indim. Bacaklarım belki adrenalinin belki de soğuğun etkisiyle titriyordu. Saçlarım elbette onları tutturduğum bandanaya sadık kalmamış, rüzgarın etkisiyle darmadağın olmuştu. Yine de yüzümde hala varlığını koruyan o kusursuz hissin eseri olan bir gülümseme vardı.

Calum motordan inip önünde bulunduğumuz evin kapısını çalmadan önce kolumu kavrayıp beni durdurdu ve kuşkulu bir tavırla süzdü. Buraya gelene dek konuyla ilgili tek kelime etmemişti, fakat eninde sonunda Irwin gibi bir herifle benim gibi bir kızın ne işi olduğunu sorgulayacağını biliyordum. Dudaklarım bir açıklama yapmak için aralandığında, bana fırsat vermeden konuştu.

"Bir konuya açıklık getirelim, prenses. Billy'nin seni buraya getirmemi neden istediğini bilmiyorum, Ashton takıldığı kızlardan birini asla ikinci kez görmez. Ama onun için bir istisna olmayı başarabilmen, benim için de olacağın anlamına gelmiyor. Arkadaşlarımın artıklarıyla asla ilgilenmem."

Söyledikleri beni öyle sarstı ki bir an için konuşma yetimi kaybettiğimi düşündüm. Sonunda sesimi bulabildiğimdeyse söylediklerim anlamsızdı. "Ben- ne?"

the wayWhere stories live. Discover now