3 • the passenger

1.5K 125 76
                                    

Cumartesi sabahı fırından gelen iştah açıcı kokularla uyanmaktan daha güzel bir şey varsa eğer, mutfağın kapısına yaklaştığınızda bu kokulara lezzetli bir sıcak çikolatanın da karışıyor olmasıdır ve her cumartesi sizi böyle uyandıran bir babaya sahipseniz, gerçekten şanslısınız demektir.

On sekiz yıllık hayatımın, son iki yılı saymazsak eğer, hatırlayabildiğim her cumartesi sabahında bu kokuyla uyanmış ve haftanın diğer altı gününün aksine tam bir sabah insanı olmuştum. Fransız bir babaya sahip olmanın birçok güzel yanı vardı, ancak en güzeli evin mutfağında her daim mutlu olabileceğimi bilmekti sanırım.

"Günaydın!" dedim neredeyse cıvıldar gibi bir sesle, mutfaktan içeri girerken. Burada geçirdiğim üç haftanın sonunda, nihayet babam ona seslenmem karşısında irkilmedi ve topuklarının üzerinde dönüp gülümsedi. "Günaydın, ma chérie!"

"Lütfen, büyük olanın benim olduğunu söyle." dedim elindeki iki fincana bakarken kirpiklerimi kırpıştırıp. Küçük gözlerinin kısılıp neredeyse kaybolmasına sebep olacak şekilde gülümsediğinde içimin ısındığını fark ettim. Fincanı dikkatle bana uzattıktan sonra kendisine ait olanı masanın üzerine bıraktı ve ben elimdeki sıcak çikolatayı hayatım ona bağlıymış gibi iki elimle kavrarken tezgahın üzerinde duran fırın eldivenine uzandı. Kapağı açtığında mutfağa yayılan koku, bir kez daha buraya gelerek ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlamama yol açtı. Yalnızca cumartesi kahvaltılarında bile, annemle bütün hafta boyunca paylaştığımdan çok şey paylaşırdık babamla. Beni dinlemekten asla bıkmaz ve hayatımdaki en gereksiz ayrıntıları dahi ilgiye değer bulurdu. Onun yanında kendimi değersiz hissetmem ihtimaller dahilinde bile değildi. Buna rağmen Kingsley'in onunla bile iletişime geçmemiş olması beni şaşırtmıştı. Babam daima bize yakın olmuştu, ondan uzak olduğum zaman hep yarım hissetmem belki bu yüzdendi. Her aileyi birbirine bağlayan birisi vardır; çoğu aile için bu küçük çocuklar demek olsa da, bizim ailemiz için daima babamdı. Evi ev yapan onun varlığı, sıcacık gülümsemesi, hatta belki de her cumartesi bizim için yaptığı ve nerede olursa olsun aynı tadı alamadığımız o birer fincan sıcak çikolataydı. O gittiğinde kendimi sokakta kalmış gibi hissetmiştim. Şimdi ağabeyim de yalnız hissediyor olmalıydı.

"Bir sorun mu var, Jennifer?" dedi babam, yoğun düşüncelerim nedeniyle büründüğüm sessizliği sonlandırarak. Ses tonu çoktan bir sorun olduğunu fark etmiş gibi yumuşacıktı. Gülümsemeye çalıştım, ancak söz konusu babam ya da ağabeyim olduğunda rol yapmakta hiçbir zaman iyi olamamıştım. Bu yüzden kendime saklamak için çabalamadım bile. "Kingsley'i düşünüyordum." diye mırıldandım. "Onu görmeyeli uzun zaman oldu ve... biliyorsun işte, onu çok özlüyorum."

Yüzünün acıyla kasıldığını fark ettim, ancak yalnızca birkaç saniye sürdü. Neredeyse bir illüzyon olduğunu düşünecektim. "Hiç ona ulaşmayı denedin mi?" dedi acısını zar zor gizlediği ses tonuyla. "Eminim senin için açık bir kapı bırakmıştır, onun da seni özlediğini biliyorsun."

"Sorun da bu ya, baba!" dedim, artık içimde tutamadığımı ve delirmek üzere olduğumu ortaya seren bir tonlamayla. "Hiçbir açık kapı yok. Defalarca kez onu aradım, mesaj bıraktım ve ulaşabildiğim her kanaldan ona yazdım. E-mail'ine bile! Ama bana hiç geri dönmedi."

"Arkadaşlarına sormayı denedin mi?" dedi kaşlarını havalandırarak.

Ve bir anlık farkındalık bedenimi şiddetle sarstı. Kingsley herkesin sahip olmak isteyeceği, mükemmel bir ağabeydi ve benimle çok fazla vakit geçirir, her zaman yanımda olduğunu hissettirirdi; ama onun ve benim arkadaş gruplarımız hep farklı olmuştu. Ben her okulun sahip olduğu klişe Barbie bebeklerden biriyken, Kingsley herkesin hayran olmasına rağmen yanaşmaya cesaret edemediği tehlikeli bir çocuktu. Takıldığı çocukların da benzer tipler olduğunu bildiğimden hiç arkadaşlarıyla tanışmayı talep etmemiştim, zaten o da bunu istemiyordu. Bu aramızdaki sözsüz bir anlaşma gibiydi.

the wayWhere stories live. Discover now