25 • the fight

1.5K 152 218
                                    

"Neye daha çok şaşırmam gerektiğini bilmiyorum, JJ." dedi Luke, yiyeceğinden çok daha fazlasıyla doldurduğu tepsisini oturduğum masanın üzerine bırakırken. Bir türlü silemediğim gülümsememin hakim olduğu suratımı ona doğru çevirdim. "Ne?"

"Calum'un sana ceketini vermesine mi, yoksa ağabeyimin bunu umursamamasına mı daha çok şaşırmalıyım?" dedi bu kez daha açık konuşarak. Gözlerimi devirdim ve önünde duran salatayı bana doğru ittirmesini izledim. "Bana yemek mi aldın?" dedim şaşkınca yüzüne bakıp. Yüzünü sevimli bir hareketle buluşturdu. "Ya da senin salatadan yemek diye bahsetmene şaşırabilirim. Sadece şunu yiyerek nasıl yaşıyorsun?"

"Ben sadece salata yemiyorum, aptal." dedim omzuna pek de hafif olmayan bir yumruk atarken. "Yalnızca hayvansal gıdaları tüketmiyorum ve okulun üç gün önceden kalan patates kızartmalarıyla makarnasını yiyip midemi bozmak istemiyorum. Senin gibi midesiz olmadığım için üzgünüm."

"Aç mı kalayım?"

"Okula gelirken de kahvaltı için durduk, Luke."

"Ne yapayım çok açsam?"

Ağzı dolu dolu beni terslediğinde güldüm. Asla doymadığının ikimiz de gayet farkındaydık, ancak onu böyle sinirlendirmek hoşuma gidiyordu. Sessizliğe bürünen masamızın üzerine gölge düştüğünde kafamı yemekte olduğum salatadan kaldırıp Jordyn ve Jordan ile yüzleştim. Jordyn çekingen görünüyordu. "Oturabilir miyiz?"

Jordan yanında homurdandığında göz ucuyla Luke'a baktım. Tamamen ilgisiz görünüyordu. "Tabii." dedim gülümsemeye çalışırken. Birkaç hafta öncesine dek aynı tabağı bile paylaştığım insanlarla aramıza, yanıma oturup oturamayacaklarını sormaları gerekecek kadar mesafe girmesinden hiç de hoşnut değildim. Huzursuzluk veren bir sessizlik eşliğinde herkes yemeklerine devam ederken Jordyn'in boğazını temizlediğini duydum. Jordan ve ben dönüp ona baktık, ancak Luke hala domuz gibi yemekle meşguldü. Sonunda Jordyn'in konuşmadığını ve hepimizin artık ona baktığını fark ettiğinde başını spagetti tabağından kaldırıp dudaklarının kenarından sarkanları hızlıca yedi. "Ne?" dedi. "Yüzümde bir şey mi var?"

"Biraz domates sosu." dedi Jordan dudağının kenarını işaret ederek. Luke parmaklarıyla işaret ettiği yeri silerken yüzümü buruşturdum. "Ama Jordyn'in sana söylemek istediği şey sanırım yüzüne bulaşan sos değildi."

"Ah, üzgünüm." dedi Jordyn'e bakarak. "Ben JJ için olduğunu düşünmüştüm."

"Şimdi sana böyle mi sesleniyorlar?" dedi Jordan, katı bir sesle, ikiz kardeşinin konuşmasına izin vermeden. "Gittikçe ağabeyine benziyorsun, farkında mısın? Sen de çekip gidecek misin?"

Birkaç saniyemi söylediklerinin ağırlığını hazmetmeye çalışarak geçirdim. Jordan'ın neden böyle davrandığını anlamak zor değildi. Sinirlendiğinde karşısındakiyle bir daha muhattap olmamayı tercih edecek kadar olgun bir insandı, ancak birbirimizden uzaklaşmamızın kalbini kırdığının farkındaydım. Arkadaşlığımızın değil bitmesi, zayıflaması bile ihtimal dahilinde görünmüyordu önceleri. Çünkü Jordan, KJ'in yokluğunda bana ailenin kan bağından ibaret olmadığını öğretmişti.

"Eğer masamıza kardeşimi üzmek ya da onun kalbini kırmak için oturduysanız, daha ileri gitmeden kalkmanızı öneririm." dedi Luke, tüm ciddiyetiyle tepsisini bir kenara ittirirken. "Çünkü buna devam edersen sonu senin için iyi olmayacak."

Jordan neredeyse gözlerinden ateş saçarak Luke'a döndüğünde olası bir kavgayı engellemek adına "Hey," diyerek araya girdim. "Sorun değil, Luke. Ağabeyime benzediğim sır değil zaten. Bırakın da Jordyn konuşsun."

Jordyn minnettar bakışlarını bana çevirdiğinde bu kez tüm içtenliğimle gülümsedim. "Şey," dedi o parlak, çikolata gibi ten rengine rağmen kızardığı belli olan yanakları ile Luke'a bakamadan. Neredeyse kıkırdıyordum, çünkü Luke'tan hoşlanmış olduğu barizdi. "O gün Jen'e seninle ilgili söylediğim şeyler hakkında... üzgünüm."

the wayOnde histórias criam vida. Descubra agora