Bunu içim acısa da yapacaktım. Zaten 7 yaşımdan beri içimin acımadığı bir an var mıydı ki? Hep bir hüzün, hep bir keder yaşamıştım ben bu hayatımda. Hep bir hüzündü benim hayatım.

Elbet gözlerim kapandığında hepsi geçecekti öyle değil mi? Kanatlanıp Tanrı'nın yanına uçacak seneler sonra ise yaşayamadığım mutluluğumu yaşamak için tekrar dünyaya gelecektim. Ölümden sonra dirilecektim. Ben buna inanıyordum en azından. Yeni bir hayatımın ama bu sefer fahya güzel bir hayatımın olmasını canı gönülden istiyordum.

"Kapıyı açın."

Kendimden emin ve sert çıkan ses tonum ile yemek odasının kapısı anında açılmıştı.

Bakışlarımı rahatsız etmeden içerdeki herkesin üzerinde gezdirdiğimde hepsinin batılı abartılı kıyafetler giydiğini görmüştüm. Batılı kıyafetler bu zamanlarda iyice moda olmuş ve tamamen abartılmıştı.

Jeon Krallığının üzerindeki kıyafetler batıdan gelme olduğu için takım veya elbiseydi. Park Krallığınında, Jeon Krallığından pek bir farkı yoktu ama yine de benim ailem kıyafetlerini abartmamışlardı en azından.

Prens Jungkook'un saçları dağınık tutamlar halinde alnına dökülüyor ve üzerindeki mavi prens kıyafeti ve teni arasında bir renk uyumu yakalıyordu. Mavi bir takım bir tene ancak bu kadar yakışabilirdi.

Koyu kahverengi iri gözleri benim üzerimdeydi. Arsızca üzerimde gezinen derin bakışları beni rahatsız etse de kendimi toparlayarak ona bakmayı kestim. Prens Jungkook'a bakmasam bile hâlâ üzerimdeki bakışlarını hissediyordum ama bu durumda nasıl hissetmem, duygularımın nasıl olacağını bir türlü kestiremiyordum.

İnce dudakları pembe rengindeydi. Bu da dudaklarına az da olsa bir şeyler sürdüğünü kanıtlıyordu. Ama belki de bu pembe dudaklar onun kendi rengiydi. Ama benim gözlerim her ne kadar onda olmasa bile dönüp dolaşıp onun bakışlarında kayboluyordu benim bakışlarım.

Ben kendimi Prens Jungkook'a bakmaktan alıkoyamıyordum. Ben ondan delicesine etkileniyor ve bunu sonuna kadar kabul ederek kendimden utanıyordum. Dan Bi'nin eşi olacak adamdan etkilendiğim için kendimden delicesine utanıyordum.

Bakışlarımı bir kez ve bu sefer tam net olarak ondan çekerek diğer Jeon Krallığından gelenlere baktım.

Herkes batıdan gelen kıyafetlerin içindeydi lakin ben öyle değildim. Hastalığımın da verdiği bitkinlik  benim tembel olmamı sağlıyor ve saray sıcak olsa bile çok üşüyordum. Batı tarzında giyebilecek kadar kendimde değildim.

Üstümde açık mavi bir hanbok vardı ve sarı, uzun saçlarım dağınık topuz olarak toplanmış, ensemi açıkta bırakmıştı. Yüzümde bir gram makyaj bile olmaması  yüzümü hastalığımdan dolayı solgun gösteriyordu.

Ama gözlerim ve dudaklarımın kendiliğinden koyu renk olması yüzümdeki solgun renge bir renk katıyor ve dikkatleri yüzümden çok kırmızı rengindeki dudaklarım ve açık renk gözlerim topluyordu.

Saygı ile eğilip bende sabitlenen bakışların sahiplerine ithafen nazik bir ses tonuyla konuştum.

"Üzgünüm efendim, sizleri daha iyi ve vaktinde karşılamak isterdim fakat bir anda rahatsızlandım." dediğimde Jeon Krallığı beni anlayışla karşılayıp nazikçe başlarını salladılar yüzlerindeki minik bir gülümseme ile.

"Efendim Min Krallığı teşrif ettiler."

Sözlerimi bitirir bitirmez kendini ortaya atan yardımcı kadına şaşkın bakışlarla dönerken yemek odasının ahşap kapısının gıcırtılı bir şekilde açılması ile şaşkın bakışlarımdan kurtulmaya çalışarak yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirdim.

Prince Or Princess? • KookMin [✓]Kde žijí příběhy. Začni objevovat