Thirteen Minutes

710 96 18
                                    

"On üç dakika boyunca bana bak ve ne gördüğünü söyle." dedi Michael, Luke üstünü giyinirken. "Kızıl saçlar, piercing..." Luke tişörtü kafasından geçirmeye çalışırken mırıldandı.

"Öyle değil." dedi Michael, tişörtü tutup Luke'un kafasından geçirdi. "İçime bakıp, ne gördüğünü söyleyeceksin."

Luke biraz düşündü ve gözlerini yumdu. "Tamam, sanırım yapabilirim."

Gözlerini hızla açtı ve mavileri Michael'ın her yerinde dolanmaya başladı. İrislerin değdiği her nokta buz kesiyor, yanıyor, uyuşuyor, acıyor ve daha bir sürü şey oluyordu.

Ölüm gibi bir sessizlikle geçen on dakikadan sonra Luke, Michael'i süzmeyi bırakıp gözlerine odaklandı. "Korku."

"Korku mu? On dakikadır keşfettiğin tek şey bu mu?"

"Korkuyu genişletebilirsin, Michael." dedi Luke, dudaklarını ıslatıp. "Neyden korktuğunu anlayamıyorum, fakat gece yarısı kendinden emin gözlerin saat ikiye vurduğunda korkuyla titriyor. Parmakların bilinçsizce hareket ediyor ve üşüyorsun, ama alnında biriken ter damlacıkları aksini söylüyor. Vücudun ikiye bölünmüş gibi, her şeyi zıt yaşıyorsun. Bir yanın soğuk, kuru, cesur, hissiz; diğer yanın sıcak, ıslak, korkak ve âşık."

Michael yutkundu ve adem elması yavaşça aşağı süzüldü. Kaşındaki piercing ile oynamaya başladı. "Aşık pek iyi bir tahmin değildi." dedi telaşla gülerek.

"Aşık, bir tahmin değildi." dedi Luke. "Bir önsezi, durugörü, onun gibi bir şey. Bir histi, olasılığa dayandırmadım."

Michael sakallarını kaşıdı ve tekrar tedirgince güldü. "Sanırım oyunu lehine çevirmeyi öğrendin, ha?"

"Aslında bakarsan, evet," dedi. "Şu anlık eğleniyor gibiyim, sanırım şu an çıplak hisseden sensin."

"Tamamiyle çıplağım, sanırım." dedi Michael. İkisi de güldü.

Bir süre yağmurun dindiği gökyüzüne baktılar. Yıldızlar bulutların ardına saklanmış, dolunay güçlü süzmelerle her yere vuruyordu. Sert bir rüzgar esmesine rağmen dinlendirici bir havası vardı. Luke yüreğinden bir şeyler hafiflediğini hissetti.

Michael ise geçen her dakikada daha da dibe çöküyordu.

Michael gözlerini yumdu ve kirpikleri elmacık kemiklerini okşadı. Zihninde dönen trilyon düşünce başını ağrıtıyordu. Rahatsız ediciydi. Oldukça.

"Zaman daralıyor."

Sessizliği bozan Luke oldu. "Haklısın, zaman daralıyor."

"Sadece on iki görevim kaldı."

"On iki görevden sonra küçük gece kaçamağımız sona eriyor."

Luke kafasını gökyüzünden indirip çoktan onu izlemeye koyulmuş Michael'a çevirdi. "O da ne demek? Sikeyim, sana önceden gay olduğumu söyledim! Arkadaş değil miyiz yani?"

"Sakin ol dostum, oyunun bittiğini kast etmiştim." dedi Michael, ellerini aşağı sallayarak.

Biliyordu ki son görevden sonra ya arkadaştan fazlası olacaktı, ya da hiçbir şeyden daha azı.

Mide sıvısı boğazına çıktı, geri itti. Kusmak istemiyordu.

Midesi gerçekten acayip bulanıyordu.

"Sanırım acıkıyorum."

Luke kafasını çevirdi. "Yakınlarda açık bir büfe var." Ayağı kalkıp silkelendi. "Bir şeyler alıp geliyorum."

"Bekliyorum." dedi Michael. Ardından Luke'un hareket eden şekilli vücudunu izledi.

Bugün, belki milyonuncu kez Luke'a bakarak iç çekti.

"Aptal, aptal Michael." kendine güçlü bir tokat attı. "Dünyanın en aptal insanı sensin."

17 Minutes | mukeWhere stories live. Discover now