32. Bölüm ~Korku- Aşk~

3.2K 220 122
                                    


Selamun Aleyküm canlarım biliyorum biraz beklettim sizi ama iki haftadır internetim yoktu o yüzden bu kadar uzun sürdü. Sizleri fazla konuşup bekletmeye niyetim yok bu kez. Hemen bölümle buluşturacağım sizi. Umarım beğenirsiniz. Ne düşündüğünüzü benden esirgemeyin lütfen. Yorumlarınızı bekliyorum. Bölüm ithafim Sultan Demir'e suldem. Canım çok seviliyorsun. İyi ki varsın.

Keyifli okumalar...

Mehtaba selam durmuş kömür karası gözler
Yarin hasreti dağlar, taşlar deler
Bir Ferzin desen,
Sadece gönül eyler
Alsan eline, sarsan kollarınla
Sarılsan sevdana sarılır gibi
Sımsıkı...
Bağrın yanar belki ama
Bile bile yansın ister
Varsın yanımda olsun da
Yanacaksa onunla yansın der
Gönül ille de kor olanı ister
Hep onu gözler siyah inciler
Hep sevdiğini bekler.
Hep onu özler...

Günlerdir hep aynı şeyi düşünüyordu bu mehtabın altında. Sinesine dayadığı Ferzin'i ve acı kahvesi eşlik ederdi ona. Şu anda da olduğu gibi. Yine eşlik ediyorlardı İpek'e yıldızların altındaki balkonunda. Saat gecenin bilmem kaçıydı oysa. Ama içindeki huzursuzluğun, içindeki tarifi mümkün olmayan sıkışmanın nedenini bir türlü yok edemiyordu. Özellikle bu gece kalbi o kadar çok sıkışıyordu ki, kendisi bile anlam veremiyordu. Hasta da değildi üstelik. Yoğun bir huzursuzluk kaplıydı kalbi. Ne uyuyabiliyor, ne oturabiliyor, ne de bir şey yapabiliyordu. Ferzin'ini de yanına alıp kendine iyi gelir düşüncesiyle sıcak, acı  bir kahve yaptı ve balkonuna, her zamanki köşesine geçti. Kahvesini masanın üzerine koyup demirlere yaklaştı daha çok. Derin derin nefes almaya başladı. Biraz daha... Biraz daha... Başını kaldırdı yıldızlara doğru. Gözleri her zaman ona yarenlik eden, sıkıntılı anında ona iyi gelen yıldıza bakıyordu yine. Baktıkça sıkıntılarım biraz olsun hafifler mi diye düşünürken tam tersi olmuştu. Sıkıntılarını hafifletmek bir yana dursun, daha da katlanıyordu kalbindeki sıkışma. Daha önce hiç böyle hissettiğini hatırlamıyordu İpek. Ne Ferzin, ne sığındığı yıldızı, ne de derin nefes alışverişi hiçbir işe yaramıyordu. Hiç aklından çıkmayan adamı  düşündü bir nebze de olsa rahatlarım umuduyla. Şimdi yanında olsaydı ne kadar da güzel olurdu. Pamir'li hayallere kaptırdı kendini birden bire. Onun yanında olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı.  Bedenen yanında olmasa bile ruhen ve kalben yanında olduğunu bilmek bile yeterdi onun için.  Öyle çok özlemişti ki Pamir'i. Kaç gündür ne yüzünü görebiliyor, ne de sesini duyabiliyordu. Belki de bu yüzdendi kalbinin bir mengene gibi sıkışması. Sevdiğine olan hasretindendi belki de kim bilir? En son onların evinde geçirdiği keyifli bir günden sonra hiç görmemişti onu. Şu bir kaç günde çok daha iyi anlamıştı onsuz yapamayacağını. Her şeyi düşünüyordu ama yine de kalbindeki sıkıntı geçmek bilmiyordu. Ne yapacağını bilemedi. Pamir'e mi bir şey oldu diye endişeye kapıldı bu kez. Düşüncesini bile kaldıramazken öyle bir şeyin olması onu kahrederdi. Yerinde duramıyordu artık.  Pamir'in iyi olup olmadığını bilmesi gerekiyordu ama nasıl? Arayamazdı ki onu da. Saat çok geçti en başta.  Ya uyuyorsa? Aradığında bu saatte neden aradığını sorduğunda ne cevap verecekti? "Sana birşey oldu sandım çok korktum" mu diyecekti? "Saçmalıyorum iyice." Diye kendine telkinde bulunmaya çalışsa da yatışmıyordu sıkıntısı. Bu kadar geç saat olmamış olsa bir bahane bulabilirdi belki ama bu saatte hiç doğru değildi.  En iyisi Ceyda'ya sormalı diye geçirdi içinden ama onu da rahatsız etmek istemiyordu. Sıkıntıyla bir "off" çekti.  Neden bir şey yapamıyordu ki? Neden Pamir iyi mi değil mi öğrenemiyordu. Hissediyordu bir şeyler oluyordu. Yoksa bu kadar kötü hissetmezdi kendini. Her şeyi yaptığı halde geçmemişti. Pamir'den başka bir neden gelmiyordu aklına. Girmişti bir kere zihnine artık çıkmazdı. Ona bir şey olması ihtimali canını yakıyordu bile. Ya gerçekten iyi değilse... Aklına geldikçe de daha çok içi içini yiyordu. Ne olursa olsun bunu öğrenmeliydi. Saat kaç olursa olsun Ceyda onu anlardı. Sıkıntı etmezdi. Aramazsa sabaha kadar uyuyamayacaktı ve ne olduğunu düşünmekten kafayı bile yiyebilirdi. Kemirdiği tırnakları en basit örneğiydi hatta. Telefonunu alıp "Ceydoşum" a arama başlattı. O kadar merak dolu ve heyecanlıydı ki telefonun ucundan ne cevap gelecek, ne duyacak merakla çalan telefonun açılmasını bekliyordu. Ama beklediği telefon bir türlü açılmak bilmiyordu. Tekrar arama yaptı ama yine cevapsız kalmıştı araması.  Aklına kötü bir şey getirmek istemiyordu ama rahat edemiyordu. Duyguları onu çoktan ele geçirmiş, içindeki endişe yerini çoktan almıştı. Ceyda'nın, telefonu uyuduğu için duymuyor olabilme ihtimalinden, sessizde mi unuttu acaba ihtimaline kadar her türlü iyi ihtimalleri zihninden geçirmişti ama yine de aklındaki kötü bir şeyler olma korkusu gitmek bilmiyordu. Ne olursa olsun aramaya devam etti. Ama yine hüsrandı.  Kalbi git gide daha da sıkışmaya başlıyordu.  Korkuyordu.  Aklındaki kötü düşünceler onu çıkmaza sokuyordu biliyordu fakat bir kere aklında yer edinmeye görsün hep daha kötüsünü düşündürür insana. İpek'te de durum tıpkı böyleydi. Korku çoktan bilinçaltına oturmuştu ve kalkmaya da hiç niyeti yoktu. Ta ki Pamir'den iyi bir ses alana kadar. Ne yapacağını da bilmiyordu artık.  Bir kez daha aramayı denedi Ceyda'yı. Yine açan olmamıştı. Son çare Pamir'i aramaktı. Başka çaresi de yoktu zaten. Yoksa içini kemirip duran kurt onu rahat bırakmazdı.  Bir bahane bulurdu nasılsa. "Yeter ki o telefon açılsın, iyi olduğunu duyayım" dedi. "Haydi bismillah" diyerek Pamir'i aramaya başladı. Kalbi o kadar hızlı atmaya başlamıştı ki yerinden çıkması an meselesiydi. Çalan telefonun açılmasını bekledi, bekledi... Bu telefonun da açılmayacağını düşünerek, sıkıntıyla bekledi...

DESTİNA (-18)Where stories live. Discover now