Alkış

2.4K 201 119
                                    

Sürüklenirken kendimi patronun odasında buldum. Kim Jennie. İşini yapmayanlara kızan, her şeyin mükemmel olmasını isteyen, genellikle odasından çıkmayan patronumuz. Kendisine karşı bir kinim ya da nefret tarzı bir hissim yoktu. Daha önce bana kızmış da sayılmazdı. Aslında sadece Ji Soo'ya kızıyordu. Herneyse.

Jennie'nin odasına girdiğimde etrafın koyu tonlarda olmasını bekliyordum ama tam tersine her şey renkliydi ve parıl parıldı.

Pembemsi mor renkte duvar, simli koltuk, bej renkte masa, masanın üstünü süsleyen renkli kalemler, hemen yanında dolap, dolabın içindeki onlarca peluş oyuncak ve bir boy aynası. Açıkçası burası bir patronun odasından çok giyinme odasına falan benziyordu.

"Odanın böyle olmasını beklemiyordum" dedim. Sözlerim açık ve netti.

"Biliyorum çok soğuk gözüküyorum falan" derken tuvalet diye düşündüğüm kapıyı açtı "Odamın halinden kimseye bahsetme, buraya gelen ikinci kişisin"

Hemen sordum "Birincisi kimdi?"

Ofladı "Konumuz bu değil" dedi ve elinde tuttuğu elbiseyi üzerime tuttu "Fazla vaktimiz yok. Şunu giyde sahneye çık"

Elbiseyi umursamadan kapıya yöneldim "Orası tuvalet değil miydi?" Ve içeriye başımı uzattığımda içeride sürüyle elbise olduğunu gördüm. Daha fazla bakmak istiyordum fakat Jennie tarafından sürüklendim. Bu, gün içindeki ikinci sürüklenişimdi.

Bağırdı "Hadi" dedi "Beş dakikamız var"

Sakin olması gerektiği anlamına gelecek şekilde elimi kaldırdım "Tamam giyineceğim" dedim "Ama nerede?"

Omuz silkti "Burada"

"Sen bana bakarken mi?"

Sürekli oflayıp duruyordu "İkimiz de kızız, bir şey olmaz. Giy hadi"

"Asla senin karşında giyinmem!" ses tonum hafifçe yükselmişti "Lütfen çıkar mısın?"

'çıkmayacağım' tarzında bakışlar attığında tıpkı onun yaptığı gibi ofladım ve elimde tuttuğum elbise ile birlikte yan odaya girdim. Burası Jennie'nin elbiseyi çıkardığı odaydı. Giyinmek için yeterli bir alan değildi ama Jennie'nin önünde giyinmekten daha iyi bir seçenek olduğu için fazla sorgulamadım.

Zorla sahneye çıkartılan bendim ve birde kötü muamele görüyordum. İşten aldığım maaş da pek iyi sayılmazdı. Sadece ortalığı toplamakla görevliydim. Buraya günde yüzlerce insan geliyor ve yemek yiyordu. Akşamları ise canlı müzik yapılıyordu. İnsanların yemek için değil de canlı müzik için geldiklerini düşünüyordum. Çünkü sabah saatlerinde neredeyse kimse olmuyordu. Hatta çalışanlar dışında insan görmek mucize gibiydi.

Kolum ve diz kapağım pürüzlü duvara sürtünce düşüncelerimden sıyrıldım ve sadece elbiseyi giymeye odaklandım. Elbise gösterişli değildi. Kırmızı ekoseli bir tarzı vardı ve diz kapağıma geliyordu. Belinden itibaren bollaşıyordu ve beni olduğumdan 3-4 yaş küçük gösteriyordu. Ayrıca üstüme bu kadar güzel oturması ve sanki benim için dikilmiş olması şaşırtıcı derecede tuhaftı.

Giyindiğim odadan çıktığımda gördüğüm ilk şey kollarını göğsünde birleştirmiş Jennie oldu. Beni baştan aşağı süzdükten sonra yüzünde beğenmiş bir gülümseme belirdi. Gülümsemesini bozmadan bana doğru ilerlediğinde ürperdim ve bir adım geriledim.

"Dur" diye hafifçe seslendi ve hafifçe güldü "Saçların bozulmuş" aramızdaki mesafe yeteri kadar uygun olunca parmaklarını tarağın uçları gibi açıp alnımdaki saçları sağa sola salladıktan sonra geriye attı ve kabarmasını sağladı. Ardından yüzümü beş saniye kadar inceledi ve konuştu "Yüzün gayet güzel. Sahneye çıkmaya hazırsın"

Utanmış bir şekilde kolumu okşadım "Öyle demesen" dedim "Heyecan basıyor da"

"Sahneyi sorun etme" derken her zamanki otoriter patron havasından çıkmış ve arkadaşça bir tavıra bürünmüştü "Sadece sözleri unutmadan birşeyler söylemeye çalış. Nasıl olduğu önemli değil, sadece söyle"

"Gidiyorum o halde" deyip tam karşımdaki duvarda asılı olan saate baktım "Sanırım saniyeler var"

Bir anda gözleri büyüdü ve beni ters çevirip arkamdan itmeye başladı "Gecikemeyiz" ardından birkaç şey daha söyledi ama anlamadım. Daha çok ağzında geveliyor gibiydi ve bunu yaparken beni itmeyi de unutmuyordu.

Her gün kafe kapanmadan önce temizliğini yaptığım sahnenin merdivenleri ardında durduğumda bunun inanılmazlığını hissettim. Şu an canlı müzik için bekleyen müşterilerle aramda sadece birkaç merviden ve bir perde vardı, bunun düşüncesi bile kalp krizinden ölmek için yeterliydi.

"Gitarı al ve sahneye çık" diyen Jennie'ye döndüm ve beni merdivenlere itmeden önce duyduğum son söz "Sakın batırma" oldu.

Kırmızı perdenin açılmasıyla saatin tam sekizi gösteridiğini anladım. Canlı müzik gösterisi her gün saat sekizde yapılıyordu. Perde yavaş yavaş açılırken görüş açıma giren insan sayısı artıyor, bununla doğru orantılı bir şekilde kalp ritmim de artıyordu. Artmayan tek şey insanların alkışlarıydı. Normalde perde açılmadan alkış tutmaya başlarlardı ama bu farklıydı. Elleri havada kalmış bir şekilde sadece şaşkınlardı.

Perde tamamen açıldığında alkışlayan tek kişi arka sıralardaki bir kızdı. Yaşıt gibi duruyorduk. Daha fazla incelemeye fırsatım yoktu çünkü arka taraftaki Jennie'nin kısık sesle "Sandalyeye otur" dediğini duyuyordum. Dediği gibi de yaptım. Gitar çalmam için hazırlanmış sandalyeye oturdum ve hemen ardından mikrofonu boyuma göre ayarladım.

Soyulmuş, hatta neredeyse gözükmeyecek dereceye gelen yeşil renkli ojeyle süslenmiş parmaklarımla mikrofonu kavradım. Boğazımı temizlemek amacıyla birkaç kez öksürdüm. Kendimi tanıtmak için söze gireceğim sırada orta taraflardan gelen ses ile durdum.

"Bugünün sanatçısının AKMU olduğunu sanıyordum!" Sesini duyurmak için az da olsa bağırmıştı.

"Öyle olacaktı" diyerek söze başladım "Fakat trafik yoğunluğu nedeniyle iki saat gecikeceklerini söylediler. Boş kalmasın diye de ben sahneye çıktım"

Aynı müşteri güldü. Alaycı bir gülüştü "Öylesine birini dinlemek için gelmedim"

Gülüşümü onunkine benzettim ama kırıcılık seviyesini biraz azalttım "Ben öylesine biri değilim" dedim "İsmim Park Chae Young, burada çalışıyorum ve arkadaşlarım sesimin harika olduğunu söyler"

"Umrumda değil" derken çoktan ayağa kalkmıştı bile "AKMU için geldim ve onlar yoksa gidiyorum"

Kendimi savunmak için konuşmaya başlayacağım anda yine sözüm kesildi. Sözümü kesen arka taraftaki kızdan başkası değildi "Neden bu kadar önyargılısın?" Diye sordu. Sorarken kollarını göğsünde birleştirmişti ve bakışları gayet ciddiydi "Ben iyi olacağını düşünüyorum" derken benimle göz teması kurdu.

"Güldüm" ve "Sadece bir şarkımı dinle. Eğer beğenmezsen bugün yiyeceğin her şeyi ben ısmarlıyorum" diye ekledim.

Alkış sesleri yükseldiğinde bunun şarkıya başlamam gerektiği anlamına geldiğini anladım ve gitarı çalmaya başlamadan önce parmaklarımı esnettim. Bunu yaparken gözlerim arka taraftaki kıza kilitlenmişti. Sarı kahkülleri büyük gözlerini ortaya çıkarıyordu ve dudakları da gözleriyle aynı şekilde büyüktü. Okul forması giyiyordu ve yaşıt gibi duruyorduk. Bildiklerim bu kadardı. Keşke adını sorabilsem, az önce ortaya atılıp soru sorduğu ve cesaret toplamama yardımcı olduğu için teşekkür edebilsem diye düşündüm.

Alkış sesleri tüm kafeyi doldurana kadar şarkıyı bitirdiğimi fark etmemiştim bile. Hatta öyle ki birkaç kişi ayakta alkışlıyordu ve içlerinde o kız da vardı. Sevinç-utanç karışımı bir duygu ile yüzümün domatese döndüğünden adım kadar emindim.

Emin olduğum diğer şey ise bir isimdi. Lalisa Manoban. Ayağa kalktığında görebildiğim, formasının üstünde yazılı olan isim. Beni alkışlayan kız. Beni cesaretlendiren kız. Teşekkür etmek istediğim kız. Lalisa Manoban. Güzel isimdi. Hemde oldukça güzel. Tıpkı kendisi gibi.

🌼🌼🌼🌼

Playing W Fire | chaelisa ✔Where stories live. Discover now