Yoongi ve Jimin mutfağın kapısından göründüler. Yoongi onu ikna etmiş olmalıydı. Jimin'nin yüzü yenilgiye uğramış gibi çözülmüştü. Ancak bu ifade bir saniye sürdü ve yüzü tekrar sertleşti. Bakışları beni delip geçiyordu. Öfke mi ? Endişe mi ? Bir şey söylemeye çalışıyor olabileceğini düşündüm. Gözlerinde sanki daha derin bir anlama işaret eden bir yoğunluk vardı. Yoongi'nin bakışlarının da pek farkı olduğu söylenemezdi.

Jungkook'la fırtınadan kurtulmuş olsak da kulübenin içinde kendimi güvende hissetmiyordum. Bu sabahki tesadüfi karşılaşmamız dışında, Jimin'i tanımıyordum. Yoongi'yi o kadar bile tanımıyordum. Sinir bozucuydu. Şu andan itibaren yapabileceğim tek şey gardımı indirmek ve karın kısa süre içinde durmasını ummaktı.

"Sabit telefonunuz var mı ?" dedi Jungkook.

Yoongi'nin sesi odaya kendisinden önce girdi. "Telefon yok. Bu akşam nerede kalmayı planlıyordunuz ? Yani fırtına kopmadan önce."

"Rosalin'de."

Yoongi'nin yüzünde bildiğine dair bir işaret yoktu. Bu büyük olasılıkla yanlış sapaktan döndüğüm ve Rosalin'in yakınında olmadığımız anlamına geliyordu. 

"Biliyor musun Jimin ?"

Jimin, yüzünde bulutlu, düşünceli bir ifadeyle odanın girişinde dikiliyordu. Derin düşüncelere dalmış olmalıydı, çünkü birkaç saniyelik bir gecikmenin ardından sıçradı. "Ne ?"

Yoongi'nin geriliminin, ucu açık bir kablo gibi çatırdadığını duyar gibiydim. Eğer o bakışlara maruz kalsaydım yerimde çivilenirdim. Jimin alışmış  olmalıydı. Dişlerinin arasından "Biraz soğuk kanlı ol." dediğini duydum. Burada bir boklar dönüyordu. Gardımı daha sıkı tutmalıydım. Jungkook'a biraz daha yaklaştım ve kulağına sıcak nefesimi vererek dikkatli olması gerektiğini fısıldadım. Onaylayan titrek gözlerini benimkilerle buluşturdu.

"Hani şu gölün kıyısında tek başına duran büyük taş klübe." diye ekledi Jungkook.

"Duydum." Jimin ellerini ceplerine soktu. Ve gözünü bizden bir an ayırmadan duvara yaslandı. Kendi kendime onu yok saymamın daha iyi olacağını telkin etsem de elimde değildi. Bu kasvetli tavrının nedeni neydi ? Bu sabah ki nefesimi kesen çocuk neredeydi ? Çünkü ben o çocuğu geri istiyordum. İzah edemeyeceğimden fazla istiyordum.

Elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmek amacıyla banyoya doğru ilerledim. Loş bir ışıklandırması vardı. Zeminler ve dolaplar pudra rengindeydi. Eski bir banyoya benziyordu ama temizdi. Buraya sık gelmiyor olmalıydılar. Avuçla suyu yüzüme çarptıktan sonra yumuşak ve güzel kokulu havluyla yüzümü kuruladım. Kokusu çok tanıdıktı. Bu havlu tıpkı...

Jimin gibi kokuyordu.

Kokusu, kadife dudaklarını yanağımla kavuştururken vücudumun etrafını nazikçe sarmıştı. Sabah, marketten içeri girdiği an gözlerimin önüne geldi. O an pahabiçilmezdi. Jimin çok güzel bir ayrıntıydı... o ayrıntıya kusursuzluğunu hatırlatmak istiyordum. Onu hissetmek istiyordum, hissettirmek istiyordum.

İçeriden gelen seslerle kendime gelip kapıya doğru yöneldim. Ben açmadan kapı açıldı ve Jungkook beni içeriye doğru ittirdi.

"Jungkook ne oluy-"

"Sessiz ol" dedi kapıyı kilitleyerek. Sesi huzursuz ve rahatsız çıkıyordu. Bir iki saniye sakinleşmeyi bekledi.

"Jimin ve Yoongi'yi duydum. Bu dağdan kurtulacaklarını söylediler. Polislerin onları bulacağından bahsettiler. Sabah olmadan, Taehyung ve Jungkook bizi buradan çıkaracak dediler. Jimin itiraz etti onları bulaştırmak istemiyorum sen de istemiyorsun gibi bir şeyler zırvaladı. Yoongi, başka şansımız yok, katili bulmadan yakalanmak mı
istiyors-sun diye bağırdı.
Gerisini dinleyemedim. G-gitmek istiyorum Tae."

BITTER WEIN 🌙 VMIN & YOONKOOKWhere stories live. Discover now