Park Chanyeol

1.4K 178 20
                                    

Tam bir hafta. Bir haftadır bu koca evde -hizmetçileri saymazsak- yalnızdım. Onlar da gece müştemilatta kalıyorlardı ve bu koca ev yalnızca benim adım seslerimle doluyordu.

Chanyeol. Park Chanyeol. Hizmetçilerden öğrenmiştim adını da. Beni kaçıran adam yani Chanyeol, bir haftadır evde yoktu. Evin kahyası onun acil bir iş nedeniyle beraber uyuduğumuz gecenin sabahı ilk uçakla Londra'ya gitmesi gerektiğini söylemişti. Şimdi de Londradaydı. Ama her akşam saatin akrebi on biri vurduğunda evin telefonu çalıyor, kahya beni aşağı kata çağırıyor ve telefonda onunla konuşuyordum bu garipti.

Bana orada ne yaptığından kısaca bahsetiyordu. Toplantılara girdiğini ve aklından bir saniye bile çıkmadığımı söylüyordu. Sonra bana günümün Nasıl geçtiğini soruyordu. Ben ise ona sadece oturduğumu söylüyordum. Doğruydu. Oturuyor ve kahyanın bana getirdiği kitapları okuyordum. Bazen mutfağa inip hizmetçilerle konuşuyordum ancak hepsi bu kadardı. Sık sık uyuyordum mesela.

Günlük rutinim şu şekildeydi: sabah sekiz gibi uyanıyordum. Ben uyandığımda bile çoktan kahvaltı hazırlanmış oluyordu. Aşağı iniyor bazen salonun büyük balkonunda, bazen ise mutfakta atıştırarak karnımı doyuruyordum. Günlerim minimum konuşma ile geçiyordu. Sonrasında ya o çok sevdiğim odadaki camın önündeki koltukta oturuyordum. Bazen biraz Ihlamur içiyor ve kitap okuyordum öğle saatlerine kadar. Ihlamur Chanyeol'un en sevdiği şeymiş. Yaz kış içermiş bu yüzden hizmetçiler de sürekli bulundururmuş. Ben de tamamen bundan yararlanıyordum.

Öğle saatleri ise uyuyordum. Her öğlen kendimi odadaki büyük yatağa atıyor ve en az iki saat uyuyordum. Evin içinde oldukça sıkıldığımdan en karlı vakit öldürme yöntemimdi bu. Bazen o kadar sıkılıyordum ki evi dolanıyordum. Mesela evin alt katında bir şarap mahzeni ile eski tarz bir kiler olduğunu öğrenmiştim. Şarap, içki çok tarzım değildi ben sıcak çikolata ile soğuk limonatanın adamıydım daha çok ancak burada isimlerini daha önce duymadığım bir sürü pahalı oldukları ilk bakışta belli olan şaraplar vardı. Hepsi duvarı boydan boya kaplayan şarap raflarına dizilmişti.

Karşısında kalan eski kilerde ise stoklanmış yiyecekler vardı. Büyük eski kaşarlar, pirinç ve un çuvalları, arpa gibi bir çok şey burada bulunuyordu ve bir ara oturup pirinç mi ayıklasam da Zaman geçse diye düşünmüştüm orayı görünce.

Daha sonra evin ikinci katını dolaşmıştım bir defa da. Kendi ilk getirildiğim odayı bulmuştum ve kapısını açmamla kapatmam bir olmuştu elbette. Park ailesinin aile yadigarı eşyalarının bulunduğu bir oda vardı mesela evin içinde. Garip tablolar vardı ancak anladığım kadarıyla Park ailesi batılı kültürde yetişmiş insanlardı.

Evin içinde televizyon yoktu. Bir pikap vardı salonda ve arkasındaki cam raflara plaklar dizilmişti. Bay park klasik müziğe bayılıyormuş. Salondaki piyano da bunun kanıtıydı bence. Siyah Bebek tam olarak özenle bakılmış gibiydi.

İşte günlerim böyle geçiyordu ancak bir kilitli kapı vardı evde. Tamam bu saray yavrusunda bir sürü kilitli kapı vardı belki ama burası evin son katı olan üçüncü katta bulunuyordu ve oradaki tek kapıydı. Kilitliydi ve insanda açma isteği oluşturuyordu. Bir ara hizmetçilerden gizli olarak diğer odaların anahtarını denemiştim ama hiçbiri yuvaya oturmamıştı. Aksilik bu Ya bir defa da merdivenden yuvarlanıyordum az kalsın.

Yaralarım iyileşmişti bu bir haftada. Hatta bu kadar iyi beslenmenin sonucu olarak bir iki kilo da almış olabilirdim. Evin baş hizmetçisi ajumma bana yanaklarıma dolgunduk geldiğini, işte şimdi güzel olduğumu söylemişti. Onu kırmamak adına bir erkek olduğumu ve erkeklerin güzel olmadığını söylemedim. Sonra Chanyeol'un da bana güzelim diye seslenmesi doldu kulaklarıma.

Her akşam telefonu kapatmadan önce 'İyi geceler güzelim' diyordu. Ve ben hala onun neye benzediğini en ufak bir şekilde bilmiyordum.

Tüm evde hiçbir şekilde bir tane bile fotoğrafı yoktu. Hatta o aile tabloları arasında kendi portresi bile bulunmuyordu ve bu beni dellendiriyordu.

Neden onu görmemi bu kadar istemiyordu anlamıyordum. Güçlü bir yapısı olduğu su götürmez bir gerçekti. Ancak acaba çok mu çirkindi? Ee bu kadar parası olan birisi estetik olamaz mıydı? Olurdu. Acaba nesi vardı da onu görmemi istemiyordu diye düşünüp duruyordum çoğu Zaman. Onu görmeden bana davranışlarına ve seslenişine kaptırmıştım kendimi çoktan.

Yarın akşam geleceğini söylemişti bana bu gün ki konuşmamızda. Saat on ikiye doğru geliyordu ancak ben hala uyumamıştım. Ufaklığımdan beri yanımdan ayırmadığım peluş oyuncağım kollarımın arasında, geniş yatakta yatıyordum. Komidinin üzerinde şu sıra okumakta olduğum kitap Milena'ya Mektuplar ve yanında da okuma gözlüklerim duruyordu. Mavi pikem yatağın köşesinde katlanmış haldeydi.

Sanırım Chanyeol beni kaçırırken evden almıştı bunları. Hizmetçiler o günü çok bahsetmek istemese de kahya ile konuşurlarken duymuştum. Chanyeol beni ufak bir valizle beraber getirmişti. O valiz de şu an Chanyeol'un giyinme odasında duruyordu köşede. Yataktan biraz dikleşsem kapısı açık odadan mavi, eski valizi seçebilirdim belki de.

Ve evet bu oda Chanyeol'un kendi odasıymış. Küçüklüğünden beri bu odada kalıyormuş. Bu nedenle başka bir odada kalmamamı ev çalışanlarına tembihlemiş falan filan.

Düşünceler beynimi yorduğunda susadığımı fark ettim. Yatağın öbür ucundaki komidine uzandığımda sürahinin boş olması beni üzmüştü. Çünkü şimdi aşağı inmeli ve su almalıydım çünkü suyu içmediğim taktirde uyuyamayacağımı biliyordum.

Aşağı inmek için yataktan kalkıp çıplak ayaklarımla ahşap zemine bastım. Hemen ileride ev terliklerim vardı. Ağustos ortalarında olmamıza rağmen ormanda olduğumuzdan dolayı sıkı giyinmeye çalışıyordum. Burada hiç kıyafetim yoktu aslında, sadece Chanyeol'un daha önceden bana aldığı bir kaç parça kıyafet ve onun kendi kıyafetleri vardı. Ben soğuk balkona çıkmayı sevdiğimden daha çok onun bana bir iki beden bol gelen kazaklarını tercih ediyordum.

Sürahiyi pas geçip aşağı inmek adına kapıyı araladım. Koridorun ışığı neredeydi bilmiyordum bu yüzden ellerimi sürüyerek merdivenlere ilerledim ve korkuluktan tutunarak yavaşça aşağı adımladım. Salonun boydan boya cam olan duvarından içeri giren ay ışığı dışında ev tamamen karanlıktı. Bende yarı görür yarı kör vaziyette salonu aşıp mutfağa giden koridora saptım. Biraz ileride hemen mutfak vardı zaten. İçeri geçip ışığı yaktıktan sonra dolaptan su şişesini çıkardım. Üst raftan parmak ucuna yükselip bir bardak aldıktan sonra doldurup bir kaç yudum aldım.

Su bardağını tezgaha bırakmamla gözlerime kapanan eller bir olmuştu. Tabi ağzımdan kaçan çığlık da tuz biber.

"Şşşh Baekhyun."

*******
Lalala~

Bu bölümü tamamen Ludwig Van Beethoven dinleyerek yazdım. Bir anda kendimi Piano Sonata dinlerken buldum. Piano Sonata No. 14 in C-Sharp Minor'dan girdim ve şu anda Symphony No. 3 in E-Flat Major'dayım. Karışık gidiyorum dkskxk neyse işte. Siz de dinleyin diye diyorum yani. Bölüm biraz boş geldi sanki değil mi? Ama böyle bir şey yazmam gerekiyordu geçişi sağlamak için.

VELVET #Wattys2017Where stories live. Discover now