1. BÖLÜM "Çarpmak, Çarpılmak, Çarpışmak"

Magsimula sa umpisa
                                    

"Saçın yamulmuş."

Lanet peruk...

Hemen el yordamıyla düzelttikten sonra Rana'nın bütün suratsızlığını ortaya dökerek getirdiği siparişleri masaya götürdüm. Ben Burak ya da Sercan kadar seri değildim, iki elimle sımsıkı kavradığım tepsiyi büyük bir dikkatle götürmem gerekiyordu sahiplerine. Zaten daha önce iki defa vukuatım olmuştu düşme, düşürme konusunda. Üçüncünün olmaması ve iş hayatımın tehlikeye girmemesi için elimden geleni yapıyordum.

İnsanlarıyla ve işin kendisiyle aram pek iyi olmasa da mekânı seviyordum. Sakin bir ortamdı, loş ışıklar, hafif müzik, genelde elit ruhlu, entelektüel insanlar gelirdi. Ahşap ağırlıklı bir tasarımı vardı, patron bu bakımdan zevkliydi. Yiğidi öldürsek de hakkını vermeliydik. Ama her şekilde Rana'yla olan gerginliklerimiz ve nadiren de olsa kendini gösteren sorunlu müşterilerle hayatım pek de tatlı ilerlemiyordu. Nitekim ben yerime döndüğümde orada duran Rana değil, orta yaşlarını bitirip yaşlı sıfatına doğru kararlı adımlarla ilerleyen Zeki Bey'di. Ne yazık ki adına hiç çekmemişti adam.

Ben kendisine yaklaştıkça yukarıdan açılmış, aklar düşmüş saçlarının arasında parmaklarını dolaştırdı ve renginin ne olduğu belirsiz gözlerini bana dikti. Ben sarı diyordum ki bu haliyle tam bir yılan ifadesi takınmıştı. Niyeti beni zehirleyip öldürmekti sanki. İşe aldığı için lanet okuyormuş gibiydi, zaten başta gayet sevimliydim. Ta ki patronun ilgisinin çekip Rana'yı öfkelendirene kadar. Çirkin değildim, Rana'dan birkaç tık daha güzeldim ve patronuyla iyi geçinip yerini sağlamlaştırma, statüsünü arttırma derdinde olan Rana'nın kılıçlarını kuşanması pek de zaman almamıştı. Başta bana karşı fazlasıyla ilgili olan Zeki Patron da Rana'nın kışkırtmaları, sürekli, çoğunlukla da haklılık payı olan yergileriyle bana adeta bilenmişti.

"Yine iş arkadaşlarınla tartışıp ortamın huzurunu bozuyormuşsun!" diye tısladı sarı dişleriyle. Bu adamı karısının neden terk ettiği belliydi. Eli işte... Neyse.

"Doğru değil."

"Ne?"

"İş arkadaşım falan değil o sıkıntılı şahıs, ancak katlanmak zorunda olduğum bir haşerat."

Gözleri daha da kısıldı. Dilimi tutsam olmazdı zaten. Adamı zayıf noktasından vuruyordum.

"Saygılı ol!"

"Emrederseniz çok Zeki Patron."

"İrem!"

"Aaaa! Müşteri geldi! Hemen siparişlerini alayım!"

Cam kenarına oturan ikilinin yanına ilerledim. İki iri adamdı, yakışıklılardı da. Hafif esmer tenleri, koyu bakışları, sert ifadeleri vardı ve birbirlerine epey benziyorlardı. Diğer yandan biri daha katı, diğeri ise rahat bir duruş sergiliyordu.

Mönüleri uzattığımda daha sakallı, havalı saçları olan ciddi bakışlı adam arkadaşlarını bekleyeceklerini söyledi. Ben de hafifçe gülümseyip yanlarından ayrıldım. Çok geçmeden de ufak boylu bir kadınla onun aksine epey uzun bir adam geldi yanlarına. Adam kızı yanından hiç uzaklaştırmazken fazlasıyla sevgi dolu bakıyordu. Siparişlerini bırakıp dönerken küçük kadın bana hafifçe, tatlı bir şekilde gülümsediğinde ise yeşil, ışıltı dolu gözleri olduğunu seçebilmiştim.

Epey oturdular. Onlar neşeleri hızla artarak sohbet ederken ben de kendi işime dalmıştım. Rana üzerinde bir vişne suyu olan tepsiyi bana uzatırken bakışlarını üzerimde gezdirip hafifçe gülümsedi.

"On iki... Aklında iyi tut, malum kafan biraz yavaş çalışıyor."

"Beni kendinle karıştırdın herhalde."

ÇİFTE KAVRULMUŞTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon