Bölüm 22: Percy

616 21 1
                                    


Manhattan'da tam bir kaos ortamı vardı. Şehir boşaltılmış olmasına rağmen mülkiyet hasarı rahatça milyarı aşardı çünkü şehirden geriye kalan tek şey bir krater ve Empire State binasıydı. Deniz hala dalgalanıyordu ve bu da iyiydi, Percy buna ihtiyaç duyacaktı.

Krater engebeliydi. Ama titanlar rahatça görülüyordu. Percy son hızla Hyperion'a yöneldi. Ona yabasını saplayıp arkasına fırlattı ve hemen ardından da Perses'a bir enerji dalgası gönderdi. İkisi indi, iki kaldı, diye düşündü. Hala sürpriz elementi elindeydi çünkü Titanların tamamı afallamış haldeydi. Percy zaman kaybetmeden atlarını Prometheus'un üzerine saldı. Atlar onu yere devirince de Percy avatarının yabasıyla Cronos'a saldırdı ama titan şaşkınlığı bir kenara bırakmıştı ve ona orağıyla karşılık verdi. Eskiden 180 cm olan orak şimdi 80 metreyi aşıyordu. Titan zaten onun iki katı boyundaydı ki Percy'nin avatarı onun silahı kadar bile olamamıştı.

"Seni görmek güzel, Jackson." Dedi Cronos. "Seni kendi ellerimle öldürmeyi dört gözle bekliyordum! Bakıyorum da kendini geliştirmiş ve babacığının yabasını da kapmışsın." Dedi silahları defalarca çarpışırken.

Percy aralıksız olarak ona saldırıyordu ama titana ne zaman vuracak olsa Cronos zamanı büküyor ve onu donduruveriyordu. Percy de savunmasız kalınca avatarı darbeye açık hale geliyordu ve Cronos tam bir beleşçiydi.

Ne yazık ki yalnız da değildi. Titanlar tekrar oraya döndüler. Ayaklarının dibindeki canavarlar ordusunun savaş çığlıklarını duyabiliyordu Percy. "Kahretsin Vincent." Diye geçirdi içinden. "Nerede kaldın?"

Titanlar onu yere devirdiler ve avatarı da canavarlar tarafından ilahi bronz zincirlerle yere mıhlandı. Titan kral Cronos, onun karşısına dikildi ve orağını havaya kaldırdı. Bitirici vuruşu yapmaya hazırlanıyordu. Derken yer parıldamaya başladı. Percy bunun ne olduğunu ilk başta anlayamadı ama titanlar gerilemeye başlayınca onu lehine olan bir şey olduğundan emin oldu. Titanlarla birlikte canavarlar da onu boşlamıştı ve Percy fırsatı değerlendirerek avatarını bir dalgaya çevirdi. Yeterince uzaklaşınca da avatara eski şeklini geri verdi.

Herkesin dehşet içinde baktığı şekle baktı ve yüzünde bir gülümseme belirdi. Bu sembolü biliyordu. Bu Hades'in karanlıklar miğferiydi: Yani Vincent'in ayrılmadan önce yere çizdiği şekil. Tek farkı ise bunun eskisinden on kat daha büyük oluşuydu.

Şekil parıldamaya başladı ve ölümün elleri yerlerden fışkırdı. Canavarlar etrafa dağıldı, kimisi parça pinçik edildi. Sonra da aynı ellerin 25 metrelik halleri fırladı. Bunlar da titanlarla uğraşıyorlardı ama pek de etkili değillerdi. En son ise bir kükreme duyuldu. Bu bir köpek uluması gibiydi ama çok daha gürültülüydü. Percy arkasını döndü ve gözlerine inanamadı. Bu Kerberos'tu! Ve üzerinde de Vincent vardı.

Vincent köpeği mükemmel idare ediyordu. Kerberos en son gördüğünden bu yana iki misli kadar olmuştu. Yani inanılmaz bir hızla büyümüştü veya boyutunu değiştirmişti. Kim bilir.. Vincent Kerberos'un üzerinden atladı ve kancalar ellerinde belirdi. Doğruca Perses'a yöneldi ve onun sırtını yararak aşağı kaydı. Titan acıyla haykırdı ama bu sefer de Kerberos ona cehennem ateşi soludu ve ardından da sol kolundan üç kafasıyla birden ısırdı. Perses yere devrildi ve Kerberos ile boğuşmaya başladı. Vincent ise avatarımın omzuna kondu.

"Gecikme için kusura bakma," dedi. "Kerberos tahminimden de açmış. Beslemek biraz sürdü. Neyse, kendine bir hedef seçtin mi? Prometheus benim, sanırım Perses de Kerberos'ta. Sana Hyperion ile Cronos düşer. Acele et, yalnızca yarım saat sonra güneş buraya çarpacak." dedi ve doğruca Prometheus'a doğru bir pegasus ruhuyla uçtu. Benim gözlerim Hyperion'u aradı ama beni bulan o oldu ve havaya yükseldi.

Güneşin YükselişiWhere stories live. Discover now