Bölüm 17: Jason

435 17 0
                                    


Jason ilk kez yeraltındaydı, ve de ilk kez oranın tanrısıyla karşılaşacaktı. Percy Hades'i pek de överek anlatmıyordu ama ne kadar kötü olabilirdi ki?

Tabii ki şom ağızlıydı. İçeri girer girmez etraflarını iskelet askerler sardı. Her birinde farklı kıyafetler vardı. Birinde bir ingiliz askerinin üniforması, diğerinde bir samuray zırhı, diğerinde de bir orta çağ zırhı falan vardı. Silahlarımızı bile almadan bizi taht odasına götürdüler.

Oradaki devasa tahtta tam 5 metre boyunda, siyah saçlı ve sakallı, kahverengi gözlü bir adam oturuyordu. Yanındaki tahtta ise esmer tenli, kumral saçları ve gözleri de ela olan güzel bir kadın oturuyordu. Onun da boyu 4 metre vardı. Onların yeraltının tanrısı ve onun eşi olduğunu anlamak için bir Athena melezi olmak gerekmezdi.

"Sen!" diye kükredi Hades. "Hangi yüzle buraya dönersin sen Poseidon oğlu!?"

"Seni görmek de güzel, Hades." Dedi Percy. Aslında nasıl onunla bu kadar rahat konuşuyor anlamıyordum. Bizi anında küle çevirip ruhumuza sonsuz işkenceler yapabilirdi ve bu Jason'ı tir tir titretiyordu. Ama Hades sadece iç çekmekle yetindi.

"Ne oldu gene Jackson?" dedi. Lafa hemen Hazel atladı.

"Yardımın gerek baba. Bilgeliğin de." dedi.

"Ne konuda?" Dedi Hades. Eğer birazcık aklınız varsa asla bir baba-kız konuşmasına karışmazdınız. Ne yazık ki o dediğimizden Leo'da yoktu.

"Biz buraya eşin için gelmedik, sakin olabilirsin." dedi. Yani tamam, onu seviyorduk ama tam bir mankafaydı...

"Bu ne cüret!?" diye haykırınca Hades etraf zangırdadı. Bir an için tüm enerjimin beni terk ettiğini ve içimi büyük bir korkunun kapladığını hissettim. Öyle ki bir an için oracıkta kendimi öldüresim geldi. Sonra da başımı iki yana sallayıp kendimi toplamayı başardım.

"Lütfen dostumuzu bağışlayın lord Hades." dedi Piper. Büyükonuş ile nezaketi birleştirdiğinde karşı konulması çok güç olurdu ama Hades onu tınlamadı bile.

"Sana bir iki şey söyleyeyim, McLean, bana büyükonuş işlemez! Ama yine de, bugün havamda değilim. Daha işkence etmem gereken 10734 ruh var. Ve sadece bugünlük. Yani yoğunum, istemem. Arkadaşın yaşasın, onunla uğraşacak saniyelerim bile yok." bu bizi rahatlatmıştı.

"Baba," diye devam etti Hazel. "Abim konusunda yardımın gerek." dedi ve kolyeyi çıkardı. Onu takmamıştı, çekindiği belliydi ve belki de babası onun bilmediği bir şeyler biliyordu. Kolyeyi görünce Hades bir an için ne yapacağını şaşırdı.

"Bunu sana o mu verdi? Ona güvendin mi? Nasıl bu kadar saf olabildin? Annabeth Chase, en azından senin bunu görmen gerekirdi."

"Baba neden bahsediyorsun?"

"O hainin hediyesi ancak sizi ölüme sürükler, ki öyle de yaptı. BEN ÖLÜMÜM! Olimposa ihanet etti, hem de sırf bir ölümlü için! Verilen cezaya ise saygı duymadı ve bir tanrıçaya saldırdı. Hem de tüm Olimposluların önünde! O kolyeyi bana ver, kızım. Ve ben de sizi sağ salim yeryüzüne yollayayım."

Hades kolyeye uzandı ama bir anda kolyedeki taş renk değiştirdi. Maviye döndü ve etrafını bir aura sardı. Adeta masmavi Alevleri andırıyordu. Hades ona değince eli tutuştu ve o da acıyla haykırdı. "Olimpos aşkına! Umudun alevleri bu velette ne arıyor?" Eli söndü ama yarası iyileşmedi. "Bu lanet büyünün o kutuda kalması gerekiyordu! Vincent ve onun amaçsız uğraşları. Beni yakıp da ne yapacak?"

"Bekle, Vincent sence bunu planladı mı?" diye sordum. Açıkçası ona hiç mi hiç güvenmiyordum.

"Tabii ki de hayır! Umudun gücü onu aşar, belki bizi bile. O kutuyu neden kilitli tutuyoruz sanıyorsun? O kutuda bir tanrıyı öldürebilecek güç var, ve bunun çok minik bir kısmı da şu kolyede."

Hazel kolyeyi yere fırlattı ve ışıkları söndü. "Bunu ne yapacağız peki?" diye sordu babasına.

"Benden ne için yardım istediğini daha iyi anlıyorum şimdi kızım. Ve sana temin ederim ki, ölüm Tartarus'la yüzleşmekten daha iyidir. Umudun gücü de kontrol edilemez, bundan dolayı kilit altında tutulur. Ve sen az önce bir kısmını serbest bıraktın.. Ü-üzgünüm kızım," dedi Hades, gözyaşları döküyordu. Bunu yapabiliyor muydu ki? "Ancak kadim kurallara göre umudu serbest bırakanlar cezalandırılmalıdır ve ölüm bu cezaların en iyisidir. Elveda.." dedi ve iskeletler üzerimize atladı.

Bakın, daha kötü savaşlardan da geçmiştim, ama bu da ayrı bir yer edinirdi. Aynı anda on tane iskeletle kapışıyorduk. Kişi başına... Ne zaman birini indirsek anında tekrar birleşiyordu. Sonu yoktu bunun. Bir de sayıları artıyordu. Elinde sonunda yorgun düşecektik ve oracıkta canımızdan olacaktık. Bir plan düşünmeye çalıştım. Olmadı. Burada yıldırım çağıramıyordum, bulut yoktu. Percy ise su olmadan dalga veya kasırga da yapamazdı. "Annabeth!" diye seslendim. Annabeth kalkanı ve drakon kemiği kılıcıyla oldukça iyi idare ediyordu. Hatta bazı canavarları kalıcı olarak küle bile çeviriyordu. O kalkan cidden harikaydı. "Lütfen bir planın olduğunu söyle. Ne kadar daha dayanabiliriz bilmi-" derken üzerime bir şey düştü. Daha doğrusu bir şeyler. Ayağa kalktığımda ablam Thalia, Nico ve iki avcı gördüm. Thalia'ya sarıldım ve "Nasıl geldiniz buraya?" diye sordum.

"Uzun hikaye" dedi. "Biraz şimşek çaktırmaya hazır mısın?"

"Güçlerim burada etkisiz. Ne bulut var ne de rüzgar."

"O zaman ablacık sana göstersin." dedi ve boş yayını gerdi. Bir anda yayında bir yıldırım oku belirdi. "Yıldırım içimizdedir Jason, bunu yapabilirsin." Sonra da yıldırımı fırlattı ve başka başka atmaya da devam etti.

Düşündüm. Yıldırım içimizdedir... Yere bağdaş kurup oturdum. Bir iskelet bana doğru yaklaşıyordu ama ona dikkat etmedim. Sadece sakinleşmem gerektiğini bir şekilde biliyordum. İskelet dibime gelmişti, kılıcını havaya kaldırdı ve tam indirirken onu engelledim. Önce onu mızrağımla engelledim sandım ama bunun mızrakla bir alakası yoktu. Bu bir yıldırımdı. Bir yıldırım oku. Yaklaşık bir buçuk metreydi ve etrafına enerji yayıyordu. Onu iskelete savurdum ve bir elektrik dalgası onu yere yıktı. Sonra başka bir yıldırım oku da diğer elimde belirdi. "Pekala," dedim. "Bu eğlenceli olacak."

Jason havaya sıçrayıp yıldırım oklarını fırlatmaya başladı. Her fırlattığında elinde yeni bir tane beliriyordu. Her fırlatışında bir canavar daha küle dönüyordu. Kendini güçlü hissediyordu. Ve bunu sevmişti.

Bir dakika sonra ortada canavar kalmamıştı. "Başardık, sanırım.." dedi Percy.

"Sanırım öyle. He bir de," dedi Nico. "Vincent Tartarus'un eline düştü. Onunla da savaşmamız gerekecek. Tekrar. Ve Helios'u kurtarmanın da bir yolunu bulduk. Vincent Tartarus ile savaşırken bize Helios'un izini takip edebileceğimiz bir rota verdi. Bunu o da bilmiyordu herhalde ki bunu Tartarus'tan öğrendi. Ve bir de Percy, Bob sana onun için sarılmamı söyledi." Nico cidden de ona sarıldı. Percy de öyle. Gözleri dolmuştu. "Selamın yıldızlara iletildi, eski dostum." dedi. Annabeth de onlara sarıldı. "Bakın, buradan ayrılsak iyi olur, yoksa babam-"

"KİMSE BİR YERE GİTMİYOR!" diye kükredi Hades.

"Herkes el ele tutuşsun, hadi!" diye bağırdı. Hades üzerimize kapkara bir cehennem ateşi yolladı ama tam zamanında gölge yolculuğuna çıktık. Yolculuk bittiğindeyse kendimizi bir dağın eteğinde bulduk.

"Neredeyiz?" Diye sordum.

"Yunanistan'da." Dedi Nico. "İlk Olimpos dağında."


Güneşin YükselişiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin