15. Bölüm "Hissiz"

2.9K 194 6
                                    

2. SEZONUN 1. BÖLÜMÜDÜR

Prenses nemli kirpriklerini yavaşça yukarı kaldırdı. Boğazı düğüm düğümdü. Bitmişti işte. Her şey sona ermişti. Su testisi su yolunda kırılmıştı. Yaşlı gözlerini tekrar kapattı acı içinde...

Prensin attığı hançer adamı tam da kalbinden vurmuştu.
"Saldırın!!!" dedi prens avazı çıktığı kadar bağırarak.

10 Saat Önce:

"Söyle! Prenses nerde?" dedi Aerion hançeri adamın eline batırırken. Fakat adam nuh diyor peygamber demiyordu ağzı mühürlüydü sanki.

"Üzgünüm prensim. Bunu size ancak istediklerimizi yaparsanız söyleyebilirim."
"Sen kim oluyorsun da bana şart koşuyorsun!" dedi Aerion adamın zaten kanayan suratına tekrar yumruk atarken.
"Bana bak. Ya konuşursun canını bağışlarım. Ya da burada seni bu halinle çürümeye bırakırım. Fareler yer leşini. Mezarın bile olmaz. Bu paslı zindanda çürüyüp gidersin." dedi tehdit ederek. Bu sanki insanın içine fazlasıyla işleyen bir tehdit olmuştu. Adam dudaklarını araladı.

***

Eveline'nın bakış açısı,

Vücudum korkudan kaskatı olurken buradan kurtulmaktan başka hiç bir arzum yoktu. Biri gelsin beni kurtarsın istiyordum. Hatta elimde bir kılıç olsa ben bile karşılarına çıkardım. Aerion...

Aklıma onun gözleri gelince vücudum sanki kaynar suya girmiş gibi gevşedi. Fakat onunla ilgili şeyler düşündükçe yine dehşete kapılıyordum.

Beni unutmuş muydu?

Vaz geçmiş miydi?

Hala beni arıyor muydu?

İşte bunları düşünmek beni yaşarken öldürmeye yetecek derecede kıvrandırıyordu. Karnıma kazık saplanıyordu sanki.
Titreyen ellerimle kaç gündür toza toprağa bulanmış yağlı saçlarımı arkaya attım. Hava çoktan kararmıştı ve bu etrafı deliklerle dolu olan çadırın içi de çok soğuktu.

Dışarıdaki adamlar nasıl dayanıyor diye sordum bir an kendi kendime. Kürk giyiyorladı. Ve ben burada yırtık elbisemle vücut ısımı sabit tutmaya çalışıyordum. (MEDYADA VAR) Artık yaz bitmişti. Yavaş yavaş yapraklar kızıllaşmaya başlıyordu. Son baharın geldiğinin göstergesiydi bu.

Yarım ekmek ve bir bardak su duran tepsiye kaydı gözlerim. Kaç gündür inat ediyor ve hiç bir şey yemiyordum. Günlerdir sadece tanrının ve bu adamların bildiği bu yerde vakit geçirmek çok zor oluyordu. Hele bana dövecek gibi bakmaları daha da ürkütüyordu beni. Kirden simsiyah olmuş ellerimi öne uzatarak bayat ekmeği aldım ve büyük bir iştahla ıssırmaya başladım.

Açlıktan bu küflenmeye yüz tutmuş ekmek bile ziyafet geliyordu bana. "Aferin prenses. Sonunda aklın başına gelmeye başladı."

Kafamı kaldırınca topluluklarının yöneticisini görünce bakışlarım ekmeğe kaydı. Oradan da tekrar adama baktım. Elimdeki ekmeği tepsiye geri koyunca somurtarak eski pozisyonumu aldım.

"Akıllanmışsın derken yemeyi bırak dememiştim." dedi. Ses tonu beni ikaz ediyordu. 'Yemeği yesen iyi olur yoksa karışmam' diyordu. Ama kimin umrundaydı ki. Hem o kimde bir prensesi ikaz ediyordu?

Hiç istifimi bozmadan somurtarak karşıya bakmaya başladım. Tek görebildiğim şey bu eski çadırın yüzüydü. Hala gitmediğini anladığımda kafamı yukarı kaldırmak zorunda kaldım.
"Ne dikiliyorsun başımda?"
"Yemeğini yersen gideceğim."
"Yemeyeceğim."
"Bak prenses. Şu anda bunu yemen umrumda bile değil. Açlıktan ölsen zevkle oturur izlerim. Fakat senin şimdi ölmene izin veremem. Kral şartlarımızı onaylarsa seni öldüreceğiz. Ve savaş çıkacak. Şimdi ye şunu." dedi ve hızla çadırdan çıktı.

Büyük FedakarlıkWhere stories live. Discover now