🔸22.BÖLÜM: ACI VE ACI

161 51 14
                                    

Pencerelerden sızan ay ışığı çatı katını zaten yeterince aydınlatıyordu. Bu yüzden ışığı açmadan yatağında oturan Damien'ın arkasına geçtim ve ince gömleğini tenine temas ettirmemeye özen göstererek çıkarıp yere attım. Yarı çıplak bedenindeki her izi dikkatlice incelerken -Hâli tahmin ettiğimden bile daha kötüydü!- içimde biriken yoğun duygular beni boğuyordu. Ardından bunun bir şekilde acıyı dindireceğini umarak parmak uçlarımı elektronik kırbacın kabarttığı sırtında gezdirdim... 

Ben üzgün bakışlarla tenindeki eski izleri kapatan bu yeni izlere bakarken Damien gözlerini önündeki solgun duvardan ayırmıyordu. Ne düşünüyordu acaba? Öfkeli miydi? Eski günleri mi hatırlamıştı? Bir an sessiz kaldı, sonra da sakin bir biçimde konuştu benimle.

"Başkan Eugine'ni çok kızdırdık."

Şaşkına döndüm, ardından kızgın bir tonla, "Önemsiz bir şeymiş gibi söyleme!" diye çıkıştım.

"Buna alışkın olduğumu biliyorsun."

Hor kullanılmaya alışkın olmak nasıl bir şeydi acaba? Bu manzarayı görmek bile benim için çok zorken bir insan böyle bir şeye nasıl alışırdı? Aynı şartlar altında ben de bu kadar güçlü olabilir miydim?

Yaralı birini görmek, özellikle de o biri Damien’ken, zaten yeterince zorken bir de böyle düşüncelere kapılmak durumu daha da katlanılmaz yapıyordu. Elbette Damien benden çok farklıydı. Onun hem fiziksel hem de ruhsal olarak ne kadar güçlü olduğunu biliyordum, kendi gözlerimle şahit olmuştum buna ama güçlü olması birinin ona böyle davranmaya hakkı var demek değildi ki! Üstelik bu olanlar, bedenindeki bu feci izler tamamen boş yereydi. Basit, adice, işe yaramaz bir intikamdan başka hiçbir anlamı yoktu. Şey. Kabul ediyorum. Pek de basit değil aslında. Başkan Eugine resmen tüm öfkesini Damien'ın bedeninden çıkarmıştı. İzler o kadar korkunç görünüyordu ki, canını yakarım korkusuyla Damien’a doğru düzgün dokunamıyordum bile.

Ne yapacağımı bilemez bir durumdaydım. Parmak uçlarımı en kötü yerin neresi olduğunu kontrol etmek için sırt kemiklerinin üzerine kaydırırken, izler o kadar derindi ki ona dokunmak adeta bir işkence gibi geliyordu. Damien'ın teni bir inci tanesi kadar solgun, yanan bir kor gibi de sıcaktı. Kesinlikle ateşi vardı. Evde bir yerlerde ateş düşürücü gibi bir şey var mıydı acaba? Böyle şeylerle her zaman Abraham ilgilendiği için ilaçların nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gidip arama fikri de çok aptalca geliyordu çünkü malikanenin boyutunu düşünürsek ilaçları bulmam sabahı bulabilirdi.

Morluklardan en hafif olanını işaret parmağımın ucuyla okşarken Damien'ın bedeni dokunuşumun altında rahatladı. Güzel, rahatsız edici olmaktan öte bir sessizlik aramızda uzayıp giderken hafif bir sesle iç çekti. Konuştuğunda ise dediği ilk şey "Bu biraz garip hissettiriyor." demek oldu...

"Garip olan ne?" diye sordum ilgiyle. "Sana dokunmam mı?"

"Evet. Daha önce kimse benimle böyle ilgilenmemişti. İnsanların benim için bu kadar çaba harcamasına alışkın değilim. Çoğu insan çoktan pes ederdi."

Sözleri kırılma noktam oldu.

Bir anlamı olmadığı için dudaklarımdan çıkmak üzere olan özrü tutarken alnımı güçsüzce çıplak sırtının ortasına yasladım. Ağlamak istiyordum yine. Hatta daha çok ağlamak istiyordum. Damien, Iron gibi benim yüzümden ölmemişti ama benim yüzümden yaralanmıştı. İkisi de bana kendimi berbat bir hissettiren şeylerdi ve onu korumak isterken nasıl daha da zarar görmesine neden olduğumu anlayamıyordum. Eğer onu o gün cezalandırsaydım kesinlikle bu kadar çok yara izine sahip olmazdı. Başkan Eugine şimdi onun üç kat daha fazla yaralanmasına neden olmuştu. Bana demek istediği şey de tam olarak buydu belki; 'Sen yapmazsan ben yaparım ve üç kat fazlasını yaparım!' Dudaklarımdan çıkan soluk Damien'ın sırtının ortasına çarparken kollarımı etrafına doladım ve yanağımı çevirip sırtına yaslayarak ona arkadan sıkıca sarıldım. Seni korumak neden bu kadar zor, Damien?

Gladyatör: Özgür Ruhlar (2)Where stories live. Discover now