🔸19.BÖLÜM: KÖTÜLÜĞÜN MASKESİ

167 51 4
                                    

Tünelin karanlık ve dar atmosferi, vücudumu çevreleyen duvarlardan daha kötüydü. Bunun bu kadar rahatsız edici olabileceğini düşünmemiştim bile. Midem bulanıyor, gözlerim ve iç kulağım arasındaki dengesizlik beynime karışık sinyaller gönderdiği için başım feci hâlde dönüyordu. Durmadan, durmadan kaydığımdan bu berbat yolculuğun ne zaman biteceğini bilmiyordum ama lanet olsun, bir an önce son bulması için her şeyi yapabilirdim! Beynimin mantıklı ve adrenaline hiç de aşık olmayan tarafı çığlıklar atarak 'DUR ARTIK!' derken başımı aşağıya çevirdim. Saçlarım tepemde uçuştu ve belli belirsiz, beyaz bir ışık noktacığını görür gibi oldum. Noktacık git gide genişlerken içimden bir ses bana o beyaz ışığın son durak olduğunu söylüyordu. Bilinmezlik ve düşme hissi yüzünden dudaklarımın arasından hafif bir çığlık koparken ışık beni yuttu. Kendimi en kötüsüne hazırlayarak gözlerimi sımsıkı yumarken yere düşmeden önce bir çift el belimin iki yanından tutarak ayaklarımın üzerine basmamı sağladı. Damien'ı bu. Onu görmeden bile beni tutanın 'O' olduğunu biliyordum çünkü Sage olsaydı düşüp birkaç kemiğimi kırmama izin verir, sonra da acı içinde kıvranmamı büyük bir zevkle izlerdi.

Artık elimde olmayan denge duygumu bulmaya çalışırken iki yana sendeledim. Ayaklarımın üzerinde kalmayı başardığımda ise sersem bir hâlde başımı kaldırıp Damien'a bakarak sanki boğazımda nefes almamı zorlaştıran bir el varmış gibi bir ses çıkardım. "Bu..." dedim, şaşırmış bir hâlde. Harfler dudaklarımın arasından bin bir zorlukla çıkıyordu. "Bu, berbat bir şeydi."

Damien dikkatlice gözlerini yüzümde dolaştırarak "İyi misin?" diye sordu. Sessizlik içinde bir an bekledim, ardından iyi olduğumdan emin olarak hafif bir gülümsemeyle başını salladım.

"Evet. Muhtemelen. Burası neresi?"

Bunu sorarken meraklı gözlerle etrafıma bakındım. Az önce gözlerimi kamaştıran o parlak, beyaz ışık yerdeki kaldırım taşlarına yansıyan güneşin ışığıydı. Geldiğimiz yer etrafı sarp kayalıklarla çevrili bir kasabaydı, en azından ilk bakışta öyle görünüyordu. Taş evlerin arkasından yükselen dev, antik sütunları fark edince bu yerde de bir çeşit arena olduğunu anladım. Yeraltı Şehri'nin arenası kadar büyük olması imkânsız olsa da en az onun kadar göz kamaştırıcıydı. Dövüş alanından gökyüzüne yükselen heyecanlı çığlıklar olduğumuz yerden bile net bir şekilde duyuluyordu. Gerçekten de yasadışı bir dövüş yeriydi burası. Bir gün böyle bir yere gelmek zorunda kalacağımı hiç düşünmezdim.

Sage, "Çukur'un üst katmanlarından birindeyiz." dedi. Çukur dediği yerin burası olduğunu ve katmanları olduğunu düşünmek bu bölgede nasıl bir karaborsanın döndüğünü fark etmeme ve midemin bulanmasına neden oldu. Yasadışı şeylerden kesinlikle hoşlanmıyordum. Sage, hızlıca bir açıklama yapmak için keskin gözlerini gözlerime dikti. "Ve bize doğru gelen adam da buranın sahibi sayılır. O yüzden saçmalamak ya da gereksiz tartışmaya girmek yok, tamam mı? Özellikle de sen, Vanessa. Sakın Westland'dan gelen bir asil olduğunu belli etme. Siz ikiniz, sadece takımımdan biriymiş gibi davranın."

Gözlerimi devirme isteğimi bastırmaya çalışırken sözlerimi doğruladığımı göstermek için hafifçe başımı öne doğru salladım.

Sage bize doğru gelen adamlara dönüp gülümseyerek ellerini çırparken ben de uzun çehreli, gri saçlı adamı ve peşinden gelen iki herifi süzüyordum. Adamlardan daha esmer olanın bir eli yoktu. Bileğinden itibaren uzanan ve istediğinde birinin boynunu kırmaya yetecek bir dayanıklılıkta olan protatif bir el takıyordu. Nasıl bir şey olduğunu biliyordum çünkü Iron'un ayağını yaparken de buna benzer bir şey yapmıştım. İstemsizce adamın elini nasıl kaybettiğini düşünürken ve ürperirken öndeki uzun boylu adam Sage'yi ellerini iki yana açarak karşıladı. Herifin suratında Sage'nin gülümsemesinin tıpatıp aynısı vardı. Yapmacık. Sadistçe.

Gladyatör: Özgür Ruhlar (2)Where stories live. Discover now