40

152 29 15
                                    

| Arda |

Gözlerim bir elimdeki anahtarlarıma, bir de kapıdaki anahtar yuvasına kayıyordu. Evden uzaklaşalı çok kısa bir süre olmuştu ancak ben sanki aylar geçmiş gibi hissediyordum. Toygar'la beraber yaşamaya o kadar alışmış, annemle aynı evde olmaktan da bir o kadar uzaklaşmış...

"Korkunun ecele faydası yok," dedim kendi kendime. Annemle bu konuşmayı eninde sonunda yapmam gerekecekti çünkü. Bu yüzden, anahtarı yerleştirdikten sonra çevirip, kapıyı açtım ve eve adımladım. Kapıyı arkamdan kapatmamdan sonra keskin bir sessizlik kapladı evi. Televizyon kapalıydı, karşısındaki - normalde babamın uyuduğu - kanepe boştu.

İlerleyip, mutfağa girdiğimde gördüm onu. Kahve makinesinin başında bekliyor, düşünceli bakışlarıyla yeri izliyordu. Evde tek olmanın etkisiyle de bakımını aksattığı, yağlanmış saçlarından ve çapaklı gözlerinden belli oluyordu. Geldiğimi görünce sesli bir nefes verdi ve konuşmak için ağzını açtı. Her ne kadar tereddüt ettiyse de kelimeleri birkaç saniye sonra bir araya getirdi. "Hoş geldin."

"Hoş buldum," dedim sessizce. Daha sonra yanına, mutfak tezgahına yaslandım ve kollarımı bağdaş yaptım. "Biraz konuşabilir miyiz?"

Makinenin haznesindeki kahveyi fincanına doldururken çevirdi bana şaşkın bakışlarını. "Olur," dedi birkaç saniye sonra. "Konuşalım."

"Çok uzatmayacağım. Toygar'ın yanına taşınıyorum."

Duyduğu şeylere ne kadar hazırlıksız yakalandığı, yüzüne yayılan ifadeden fazlasıyla belli oluyordu; kahverengi gözleri fal taşı gibi açılmış, ağzı şaşkınlıkla aralanmıştı. "Ciddi misin?"

Kafamı salladım. "Evet."

Yüzündeki ifade, yerini buruk bir gülümsemeye bıraktı. Gözleri benim değil, elinde tuttuğu mavi işlemeli kahve fincanının üstündeydi. "Neden diye sormayacağım. Nedeni belli çünkü."

Bu farkındalığı beni fazladan açıklama yapmaktan kurtarmıştı; mutluydum. Onu istemediğimi yüzüne çarpmama gerek kalmamıştı. "Sen olmasaydın da ben hayatımı onunla birleştirmek isterdim. Senin varlığın bunu hızlandırdı sadece."

"Acele etme sen oğlum," dedi buruk gülümsemesi yüzünden kısılan gözlerindeki damlaları sildikten sonra. "Ben varlığımla seni aceleye getirmem."

"Sen... Emin misin?"

Kafasını salladı. "Onca yılı telafi edebileceğimi düşünerek aptallık etmişim. Bundan önce nasılsa, bundan sonra da öyle olması sanırım en doğrusu."

Cümlesini, yüzünde sahici bir gülümsemeyle bitirip, mutfaktan çıktı. Birkaç saniye sonra evi dolduran seslerden belliydi, odasına gitmiş, eşyalarını toplamaya başlamıştı.

Kahve fincanı ise tezgahın üstündeydi.

Bunun bu kadar çabuk yaşandığına inanmakta güçlük çekiyordum. Ben ona, onu evde istemediğimi nasıl söyleyeceğimi günlerce düşünmüşken o, bunu bana söyletmemiş, evden ayrılma kararını kendisi almıştı.

Nasıl hissetmem gerektiğini ise bilmiyordum. Sırtımdaki son kambur, ayaklarımdaki son zincir olan annemden kurtulduğum için sevinmem gerekiyordu, ama sevinemiyordum. Tam tersi, içime bir taş oturmuştu hatta. Neden böyle olmuştu peki? Neden?

Bugün sen olmayan anneni kaybettin. Şimdiye kadar içinde hep bir "Annem geri döner mi?" umudu vardı. Artık yok. Hiç olmayacak.

İç sesim haklıydı; olan buydu. Bu gerçeği ne kadar hızlı kabullenirsem, o kadar iyi olurdu. O yüzden, kendimi üzmemin bir anlamı yoktu.

Biraz kafamı dağıtsam iyi olacaktı. Spora gitmeye karar verdim o an. Ağırlık kaldırırsam, zihnimin başka bir şeyle meşgul olamayacağı kesindi.

*

Soyunma odasında ayakkabılarımı değiştirirken tanıdık bir sima girdi içeri. Uzun boyu, ela gözleri, çenesinde toplanan sakalları ve esmer cildi... Yusuf'tu bu. Kuryelik yapan, beni ilk gördüğünde ecel terleri döken çocuk...

"Selam!" dedi yüzünde büyük ve özgüvenli bir gülümsemeyle. "Uzun zamandır görüşmüyoruz."

Karşımdaki dolabın önünde durmuş, tişörtünü değiştiriyordu. İtiraf etmeliydim, güzel bir fiziği vardı; uzun zamandır çalıştığı ve emek verdiği belli oluyordu. Ama bilmediği bir şey vardı: Benim gözüm onu veya güzel fiziğini değil, sadece Toygar'ı görüyordu.

Bunu ona söyle artık. Çocuk ne zamandan beri kafanı meşgul ediyor. Bu adımı atmak için ondan açık bir hamle beklemek zorunda değilsin. Söyle ve kurtul.

İç sesim haklıydı. Yusuf'un benimle ilgilendiği her halinden belli oluyordu; ona gerçekleri söylemek için, ondan büyük bir hamle gelmesini beklememe gerek yoktu. Şu aşamada bile Toygar'ın varlığından bahsetmem, onun için yeterli olurdu.

"Evet. Bir süredir spora gelemiyordum. Erkek arkadaşımın evine taşınmakla meşguldüm."

Şaşkın bakışlarına ev sahipliği yapan ela gözlerini benimkilere çevirdi spor için getirdiği büyük beden yeşil tişörtünü giydikten sonra. Ne diyeceğini bilemediği, telaşla farklı yerlere yönelen ama her seferinde vazgeçip, kendilerine farklı doğrultular seçen kollarından belli oluyordu. "Ha... Öyle mi?" diye sorduktan sonra yüzüne zoraki de olsa bir gülümseme yerleştirdi. "Hayırlı olsun. Umarım mutluluğunuz daim olur."

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim."

Keskin bir sessizlik girdi aramıza daha sonra. O da sessizlik içinde üstünü değiştirmiş, benden daha hızlı bir şekilde antrenmanın yolunu tutmuştu. 

Sadece verdiği tepkiler bile ne kadar doğru bir karar verdiğimi kanıtlıyordu. Tekrar görmüştüm; bir şeyleri düzeltmek için, önce tamamen bozulmasını beklemek zorunda değildim.

----------

Bölümler kısaldı diye kızmayın nolur :(( final hemen gelmesin diye uzatmaya çalışıyorum

Arda'yla tekrardan gurur duydum. Muhteşem bir çocuk oldu

another love | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin