6

397 75 69
                                    

| Arda |

Masada duran shot bardaklarından sonuncusunu da alıp, içindeki sıvıyı içtikten sonra gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. Boğazımda bıraktığı tatlı yanıklığın, kafamın içindeki seslerin susmasının tadını çıkardım. Ailemin beni neden sevmediğini, yaşadığım bu şeylerin neden başıma geldiğini düşünmediğim bu saatler gerçekten de huzur vericiydi. İnsanların alkolü neden sevdiğini artık daha iyi anlıyordum: Kişiyi dertlerinden, problemlerinden uzaklaştırıyordu çünkü.

Ağzımı kolumun tersiyle silmemden sonra güldü. "Dikkat et de alkolik olma."

"Ben çok sevdim içmeyi."

"Neden?"

Yüzüme yayılan buruk gülümsemeyi gizlemeye çalışarak cevapladım onu: "Kafamın içindeki sesler susuyor."

Dudaklarını birbirine bastırıp, bakışlarını benden kaçırdı. "Doğru..."

"Sen de mi bu yüzden içiyorsun?"

Cümlemi bitirmemden sonra birasından büyük bir yudum aldı. Bayık gözlerine ve alkolün getirdiği rahatlığa rağmen büyük bir kasvet vardı üstünde. Sanırım derdi o kadar büyüktü ki, peş peşe içtiği o kadar içki bile ona yardım edemiyordu. Özellikle benim ona içme sebebini sormamdan sonra yüzünün aldığı ifade... Her şeyi doğrular nitelikteydi.

"Benim derdimin çözümü kimsede yok. Alkol sadece sorunların üstünü örtüyor. Ben de içmeye devam edeceğim, ta ki sorunlarım kendi kendine ortadan kaybolana kadar."

Dediği şeye üzüldüm. Benim kafamın içindeki sesleri bastıran, mekanda çalan sinir bozucu müziğe bile sağır olmamı sağlayan alkol, nasıl oluyordu da ona derman olamıyordu? Gerçekten yaşadığı şeyler bu kadar zor muydu?

Eliyle garsona bir işaret yaptıktan sonra ona biraz daha içki getirmesini söyledi. Biraz daha içmek isteyip istemediğimi sorduğunda ona istemediğimi söyledim. Biraz daha temkinli davranmak istiyordum; evin yolunu bulabilmem lazımdı.

Çok kısa bir süre sonra masasına gelen Gin'in yarısını tek seferde içmişti. Alkolün boğazında bıraktığı yanıklık yüzünden ekşiyen suratını benden çevirerek gizlemek istedi. "Dikkatli ol," dedim. "Hızlı içiyorsun."

"Bir şey olmaz," dedi. Sesi çok soğuk, yüz ifadesi çok ciddiydi.

Benim de başım dönmeye, görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı. Elimi yüzümü yıkayıp, biraz olsun kendime gelsem iyi olacaktı. "Ben bir elimi yüzümü yıkayıp, geleceğim." 

Beni kafasını sallayarak onaylamasından sonra yavaşça kalktım sandalyemden. Anlık bir yalpalasam da dengemi kurmuştum. Tuvalet de olduğum yere yakındı zaten; bir sorun çıkmadan gidip, gelebilirdim.

Bu mekanı sevmeye başlamıştım. İçeriyi aydınlatan loş ışık, mekana hakim olan turuncu ve siyah renklerin sıcak bir atmosfer yaratmasını sağlıyordu. Burayla ilgili şikayetçi olabileceğim tek şey, tavanın biraz alçak olmasıydı.

Siyah masaları gerimde bırakıp, tuvalet kabinlerinin olduğu bölüme ilerledim. Kabinler birer kişilikti ve kadın, erkek, cinsiyetsiz olarak üçe ayrılmışlardı. Cinsiyetsiz tuvaleti görünce gülümsemeden edemedim. Kapsayıcı mekanların varlığını bilmek güzeldi.

Kabinler zeminden bir adım yüksekte kalıyordu; içlerine girmek için küçük bir yükseltiyi atlamak gerekliydi. Ben de öyle yaptım. Bir basamak çıktım ve kabine girdim.

Daha doğrusu, öyle yaptığımı zannettim. Basamak için yeterince yüksek bir adım atmamış olacaktım ki, ayağım takıldı ve alnımı hemen ilerideki musluğa çarptım. Başıma saniyesinde saplanan keskin ağrı yüzünden acıyla inlememe engel olamadım. Sikeyim.

another love | bxbWhere stories live. Discover now