18. Bölüm - Orduların Savaşı

8 2 22
                                    

Herkese merhaba! Heyecanlı bir bölüme geçmeden önce güzel bir haber vermek istedim... Ateşin Varisi serisinin bir yan serisi olacak güzel bir kurguya başladım. Ve hikâye, hazır olun, Ateşin Varisi'nin unutulmaz karakterlerinin birbirinden özel çocuklarına ait olacak! Yeni başladığımı söyleyebilirim ama güzel bir şey yaklaşıyor, haber vermek için daha fazla beklemek istemedim. Şimdilik, iyi okumalar, sevgili okurlarım. Yorum yapmayı unutmayınız lütfen. :)

*

Nova

Orman o kadar derindi ki ilerledikçe daha fazla koşma isteği yaratıyordu bende. Bu mide bulandırıcı labirentin bir an önce sonuna gelmek, gün ışığına kavuşmak istiyordum. Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu ama ışık ormanın derinlerine ulaşamıyor gibiydi; yalnızca bu düşünce bile kalbimin sıkışmasına yetiyordu. 

Ardımda bıraktığım adamı düşünmemeye, beni bulmaması için dua etmeye gayret ederek ilerledim. Kaç saattir koştuğumu bilmiyordum; tek bildiğim inanılmaz yorgun, susuz ve bitkin olduğumdu. Kelimenin tam anlamıyla bitkindim, ayaklarımı sürüklemek istiyordum ama zaten yeterince ilerleme kaydetmiştim. Bu noktadan sonra durup da bulunma riskini göze alamazdım.

Elimi bir ağacın kavuğuna yaslayıp durdum ve hafifçe öne eğildim. Biraz soluklanmak istiyordum zira ciğerlerim dakikalardır, deli gibi yanıyordu. Şöyle bir etrafa bakıp gece mavisinden grimsi bir tona dönen ağaç siluetlerine bakındım. Uca yakın olduğumu hissediyordum. Ormanın tam olarak nerede olduğunu bilmiyordum ama hafızamı zorlarsam atla yolculuk ederken kat ettiğimiz noktaları hatırlayabilirdim belki. Bu işe yarar mıydı, emin değildim gerçi... Benim Irvin ve Alex'i bulmam gerekiyordu. Umuyordum ki çoktan Alessi'yi bulmuşlardı.

Doğruldum ve bu düşünceden destek alarak ilerlemeye devam ettim. Ancak tam o sırada duyduğum tiz çığlık sesleriyle olduğum yere mıhlanıp kaldım. Gözlerim önce tedirgince etrafı taradıysa da hızla yukarıya yöneldi. Kuşlar... Deli gibi kaçıyorlarmış gibi ağaçları ve sivri dallarını umursamadan ormanın derinlerine atıyorlardı kendilerini. Birkaç metre yukarıdan ok gibi geçen sürü karşısında dehşete düşerek ellerimi kendime siper ettim. Dudaklarımdan korkunç bir çığlık koptuysa da kuşlara engel olmamıştı bu. Yanaklarımda ve kollarımda hissettiğim çiziklerle kendimi bir anda yerde bulduğumda daha neler olduğunu kavrayamadan tam başımın arkasında sivri bir cisim hissettim. 
Ne arkama dönmeye cesaretim ne de cesur bir hamlede bulunacak gücüm vardı. Kim olduklarını anlamıştım, kolay kolay pes etmeyecektim ama bu kadarı karşısında fazla şansım olduğunu sanmıyordum. Kralın askerleri... Bir zamanlar bana saygı duyarlardı. Benden korkmazlardı.

"Aklınızdan geçenleri uygulamaya kalkmayın." dedi buz gibi bir ses. "Bu yalnızca size zarar vermemize sebep olur." 

Alayla gülerek yorgun bir şekilde yere bıraktım kendimi. "Diğer türlü bana zarar vermeyi düşünmüyordunuz çünkü, öyle değil mi?" Aklımı okuyormuş gibi kendinden emin konuşmasına gülebilirdim ama buna bile hâlim yoktu. 

Sessiz kaldılar. "Ben de öyle tahmin etmiştim." 

"Kaldırın onu," dedi az önceki ses. İki asker kollarımı sımsıkı kavradı ve sert bir hamleyle doğrulmamı sağladılar. Canım yandıysa da dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırıp düz ifademi korudum. Onlara bunu görme zevkini yaşatmayacaktım. Amcamdan korkum yoktu artık. Beni nereye götürdüğünü merak dahi etmiyordum. Darian'a da söylediğim gibi, sonumu kabullenmiştim. Ama tek bir şey öğrenmeden bunu yapmasına izin vermeyecektim. 

Alessi'ye ne olduğu...

*

Alessi

Onu duymuştum. Her bir kelimesini. Yağmurlu ve kasvetli bir günde, saatler sonra açan güneş gibiydi. Sıcak bir yaz günü tenimi sarmalayan buz gibi okyanus suyu ya da uyumak üzereyken saçlarımı okşayan şefkatli bir el gibi. O anda ihtiyacım olan tüm umudu ve hırsı vermişti bana, karanlığın içerisine ne kadar hızlı daldıysam aynı hız ve kararlılıkla yüzeye çıkmayı da başarabilmiştim. Kendimi deli gibi yorulmuş hissediyordum ancak gözlerimi açtığımda buna değdiğini anlamıştım. Alex'in gözlerimle buluşan gözlerinde çakan ışık tüm bu yaşananlara değerdi. "Les..." diye fısıldadı inanamıyormuş gibi. Şimdiden tenimin ısındığını, karıncalandığını hissediyordum. 

GÖLGELERİN KRALLIĞI 2 - TILSIMWhere stories live. Discover now