10. Bölüm - Kan Bağı

13 3 7
                                    

Alexander

Yaslandığım duvardan yavaşça uzaklaştım ve koridorun diğer ucuna bir bakış attım. Görünürde kimse yoktu, saray ilk defa bu kadar sessiz ve sakindi. Karşı taraftaki heykelin arkasında gizlenen Irvin'e bakıp ilerlemesini işaret ettim. Yanındaki odayı kontrol etti ve benim gibi gölgelerin arasında ilerledi. Bu bizim işimizdi. Gölgelerin diyarında, gölgelerle arkadaş değil de gölgelerden biri olmak gerekirdi çünkü işler böyle yürürdü. 
Şimdi de gözlerden uzakta değil de, insanların burnunun ucunda ilerlememize rağmen bizi göremeyecekleri ama hissedebilecekleri kişilere bürünmüştük: Gölgelere. 

Hedefim en üst kata ulaşmaktı. Babamın Alessi'yi yakaladığı odanın tüm bu olayların merkezinde yattığını biliyordum, orada bir şey saklıyorlardı. Kendisinin sarayda olmadığı belliydi, hizmetliler ve çalışanlar ortadan kaybolmuştu. 
Merdivenleri çıkmaya başladığımızda Irvin, "Sarayda olmadıklarına emin misin?" diye sordu. "Sam'in sözüne güveniyoruz ama bir sürprizle karşılaşırsak-"

"Sorun olmayacak." dedim ve duvara yakın bir mesafeden son basamakları da çıktım. Tam o sırada katın diğer tarafından yaklaşan iki çalışanı gördüğümde Irvin'in kolunu yakaladım ve hızla kenardaki heykelin ardına geçtik. Kadınlar kendi aralarında fısıldaşıyorlardı, onları duyduğumuz anda Irvin'le göz göze gelmiştik. 

"Sence gerçekten de kral geri dönmeyecek mi?"

"Bilmiyorum, Vi. Umalım da okun ucu bize dokunmasın. Eğer işsiz kalırsak ne yapacağız? Krallık bitmiş hâlde, kasaba halkı sokaklarda."

"Doğru söylüyorsun. Her şey fazla garip değil mi sence de? Prens Alexander gittiğinden beri-"

"Hayır, hayatım. O kadın, Alessi, buraya geldiğinde bunun olacağı belliydi. Önce prens Alex ve Diana ayrıldı. Ayrından da..."

Sesleri duyulmayacak kadar uzaklaştıklarında doğruldum. Irvin, "Bu kadınlar çalışmaya değil, dedikoduya geliyorlar anlaşılan." dedi ve hoşnutsuz bir homurdanmayla koridorun ilerisine baktı. Aradığımız oda karşımızdaydı. "Hadi." 

Duvarların arasından ilerleyerek kapıya ulaştık. Babam odalarını asla kilitlemezdi çünkü bunun şüphe uyandıracağını bilirdi. "Benim saklayacak bir şeyim yok," diyen bir adam için son derece normaldi bu. Ancak nasıl sırlar sakladığını, hatta bu sırların hepimizi ilgilendirdiğini bilselerdi halk buna nasıl tepki verirdi merak ettim. Öğrenmeleri çok uzun sürmeyecekti çünkü hepsini ortaya çıkarmaya kararlıydım. Kapıyı açmadan önce bir süre içeriyi dinledik, tık yoktu. 
Kapıyı açtım ve önce Irvin'in girmesine izin verdim. Kapıyı ardımızdan kapatıp kilitlediğimiz anda üzerimize az da olsa rahatlık çökmüştü. Irvin sırtındaki çantayı çıkarıp kenara koyarken sırıtıyordu. "Bu iş böyle yapılır."

"Babam sarayda olsaydı işimiz çok daha zor olurdu." dedim ve masasına ilerledim. 

"Ama yok, değil mi?" Irvin kendini koltuğa attığında mobilya geri kaydı ve ayaklarından bir gıcırtı yükselti. Ona attığım dik bakışla anında doğrulmuş olsa da umursamaz ifadesinden taviz vermemişti. 
Babamın masasına odaklandım. Üzerinde açılmamış mektupların olduğu minik bir sepet, ona doğum gününde özel olarak yaptırdığım tüylü kalem, birkaç parça parşömen, köşede yarısı erimiş upuzun bir mum ve diğer uçta da katlı hâlde duran bir harita yer alıyordu. Gözüme kestirdiğim ilk şey oydu, merak uyandırıcıydı çünkü babam coğrafyadan nefret ederdi. Sarayın ve kasabanın çevresinin araştırılmasını ve kuş bakışı bir taslağı çıkarılması görevini bana verdiği sıralarda öğrenmiştim bunu. Haritayı dikkatle açtım ve kırıştırmamaya özen göstererek masaya yaydım. Irvin de bu sırada meraklanıp ayaklanmış ve yanıma gelmişti.

GÖLGELERİN KRALLIĞI 2 - TILSIMWhere stories live. Discover now