6. Bölüm - İyi ki

15 3 2
                                    

Fırtına etkisini kolay kolay kaybedecek gibi değildi. Ben ayağımdaki topukluları çoktan çıkarmıştım, Mel ise bunu yapmamakta direttiği için zorlukla yürüyordu. Saray görüş açımızdan çıkana kadar ilerlemiş, ağaçların arasındaki bir patikada kaybolmuştuk. Elimi sımsıkı kavramış olan Alex diğer kolunu yüzümüze siper etse de uçuşan saçlarım yüzünden yalnızca onu takip etmekle yetiniyordum, bir şey görebilmem mümkün değildi.
Sonunda patikadan sapmaya karar verdiğinde diğer elimi Mel'in kolundan çekmeden yürüdüğü tarafa yöneldim. Karşı taraftan yükselen iki gölgeyi gördük, anında Alex'in elini hafifçe sıkmış, gergince daha iyi görebilmeye çalışmıştım ancak endişem boşunaydı. Bunlar Irvin ve Nova'dan başkası değildi. Onları gördüğüm anda hislerimle orantılı olarak hafifleyen rüzgâr sonunda saçlarımı yüzümden çekebilmeme de olanak tanıyınca arkadaşlarımın bize ulaşmasını izleyebilmiştim.

"Kurtulmuşsunuz," diyen Nova tıpkı bizim gibi nefes nefeseydi. "Tanrıya şükür."

"Buradan çekip gidelim artık." Irvin, Alex'e çantayı uzatmadan önce duraksamıştı çünkü kocam vücudunu bana döndürüp gözlerini usulca, zarar görüp görmediğimi anlamak ister gibi üzerimde gezdirdi. Sonunda, sonunda, elini bırakıp ona doğru atıldığımda beni tutmak da gecikmedi. "Tanrım." diye mırıldandım başımı boynuna gömerken. Tanıdık kokusunu ve sıcaklığını içime çekmek güvende hissettiriyordu. Evimde hissettiriyordu.

"Bu planın her bir anından, tüm benliğimle nefret ettim." dedi yalnızca ikimizin duyabileceği bir sesle. Dudaklarım kıvrıldı, onun da kıvrılan dudakları şakağımla buluştu. Beni usulca yere indirdikten sonra, böyle kalmaları yasakmış gibi hemen ellerimizi birleştirmişti. İçimin sıcacık olması aklımı bulandırmasına izin vereceğim anlamına gelmiyordu, henüz buradan uzaklaşıp güvenli bir alan bulmuş değildik.

"Les."

Sonunda, arkamdaki şaşkın ve yorgun sese döndüğümde neyi atladığımı fark etmiştim. Mel, olup bitenlerin hepsinden habersizdi ve bu gözlerine yansımıştı. "Neler oluyor, anlatmayı düşünüyor musun?"

Gözleri arkamdaki üçlüde sırasıyla gezindikten sonra hızla benimkileri bulmuştu. "Mel." dedim ona doğru bir adım atarak. "Sarayda kalmayı aslında hiç düşünmedim. Bu bir planın parçasıydı. Sana anlatmadın çünkü her an birinin duymasından korkuyordum. Seni de tehlikeye atmak istemedim."

Mel, kaşlarını çatıp bana doğru bir adım attı ve ısrarla, "Neden peki?" diye sordu. "Bunu neden yaptın? Gölgeler Krallığı'na dönmeyi düşünmüyorsun herhalde."

Derin bir nefes alıp Alex'e baktığımda başını yavaşça salladı. Her ne karar verirsem vereyim yanımda olacağını biliyordum bu yüzden içim çok rahattı. Ve bu yola onunla atılmaya hazırdım. "Aslında," dedim derin bir nefes eşliğinde. "Tam olarak bunu düşünüyorum."

Mel'in kolları iki yanına düşerken yüzünde bariz bir endişe ve kızgınlık belirmişti. "Sen kafayı mı yedin? Zaten kovulduğun, pardon, kovulmadan önce de yakalanıp yaralandığın," derken elleriyle beni baştan aşağı göstermesi rahatsızca kıpırdanmama yol açtı. "Yere geri dönmekten bahsediyorsun! Hiç güvenli değil."

Bu söylediği komik bir şeymiş gibi dudaklarım hafifçe yukarı kıvrıldı. Aslında bir noktada komikti de. Çünkü artık tam anlamıyla güvende olduğum hiçbir yer yoktu ve bu mekânlardan tamamen bağımsızdı. Gölgelerin Krallığı'nda olmam gerektiğini biliyordum, orası bana ve asıl benliğime iyi gelecek, sorularıma cevap bulacağım yerdi. Burada ise yalnızca baba özlemi ve anne nefretiyle geçen bir çocukluk, yalanlar üzerine kurulmuş kanlı bir zafer vardı. Gölge Krallığı'nı aklamak için söylemiyordum ancak burada yaşamayı daha fazla kaldıramazdım. Her şeyi yoluna koymak için burayı da işin içine katacak ve insanların yüzyıllar sonra rahta bir nefes almasını sağlayacaktım ancak... yalnızca bu kadardı. Işık Krallığı'na karşı olan sorumluluğumla beraber bağlılığım da burada son buluyordu.

GÖLGELERİN KRALLIĞI 2 - TILSIMWhere stories live. Discover now