8. Bölüm - İki Ruhun Güneşi

13 3 20
                                    

Kapı şiddetli bir şekilde çalınırken gözlerimi hızla açmıştım. Boynum ve yüzüm tamamen terle kaplıydı, boğazım da inanılmaz bir kurulukla kaplıydı. Ne zamandır uyuyordum, neden bu hâldeydim ve kapıyı kim çalıyordu hiçbir fikrim yoktu. Ancak benim gibi uzandığı koltukta doğrulup endişeyle bakan Nova ile göz göze geldiğimizde, bir şeylerin yolunda gitmediği konusunda hemfikir gibiydik. 
Üzerimdeki battaniyeyi açarak kapıya koşarken Nova da tam arkamdaydı. Kapıyı kontrol etmeden açmam büyük delilikti belki ama merak ve endişe beni buna itmişti.

Alex ve Irvin. 

Ardımda Nova heyecanlı mı, endişeli mi yoksa öfkeli mi olduğunu çözemediğim tiz bir çığlık atsa da yerimden kıpırdamadım. Kapı pervazına yaslanmış Alex'e bakarken içimi kaplayan duygulara anlam veremiyordum çünkü. Bir yanım onu yumruklamak bir yanımsa sağ salim geldiği için kocaman sarılmak istiyordu ancak ikisini de yapmadım. Sam, ikilinin arasından geçip içeri girdiğinde yorgun bir nefes vermişti. "Şanslısınız ki varlığınızın farkında değiller." Gözleri arkamdaki ikili üzerinde mekik dokudu. "Henüz." 

"Neredeydiniz?" diyen Nova yanımdan geçti ve onların karşısına dikilirken beni bile sarsıp geçti. "Siz aklınızı mı kaçırdınız? Biz zaten ortadan kaybolduk, diyelim ki ortaya çıktık, en fazla ne olabilir ki? Alex bir şekilde kaçar ve hayatına devam eder, bizi de sonsuza dek yargılayamazlar. Kral Albert amacına ulaştı bir kere. Ama ya Alessi?" Sorusuyla birlikte Alex'in kaşları çatıldığında yorgun ve tetikte ifadesinin ilk defa sarsıldığını gördüm. Bunu düşünmemiş olamazdı, Alex zeki bir adamdı ve beni korumak istediğini biliyordum ancak bu olasılığı başka birinden duymak çarpıcıydı. Ben bile olaya bu yönden yaklaşmamıştım hiç. Nova hızını kesmeden, "Bu yaptığınız sorumsuzluk." dedi ve bana yandan bir bakış attı. "Onun hayatını hiçe saymak bu." 

Irvin içeri giren ilk kişi oldu ve tam karşımda dikildi. "Çok üzgünüm, en azından kendi adıma." Boğazını hafifçe temizleyip arkadaşına mahcup bir bakış attı. "Ama araştırmamız gerekiyordu, bunu çok iyi biliyorsunuz. Kralın neyin peşinde olduğunu, geçitlerin yıllar sonra neden herhangi bir yerde kendi başlarına açılabildiklerini, Les'in kanına neden ihtiyacı olduğunu bulmamız gerekiyordu. Hiç aklınızı kurcalamıyor mu?" derken gözleri yüzümdeydi. 

Ne diyeceğini fark etmiş gibi yavaşça doğrulan Alex, "Irvin." diye uyardı onu ancak Irvin hızını almıştı bir kere. 

"Alessi diğer diyardan geldikten sonra bileğinde esrarengiz bir şekilde sembol beliriyor, bu diyara ait olan bir sembol. Ardından güçleri olduğunu öğreniyoruz, bu diyarda güçlerin yalnızca kraliyet soyundan gelenlerde olduğu düşünülürse bu hâyli şaşırtıcı ki, artık kara büyüden başka gücü olan kimse de kalmadı. En azından yaşadığını bildiğimiz kimse yoktu." Gözlerini benimle birleştirmişti ancak kalbimin kulaklarımda attığını da biliyor muydu? Gücüm hakkında düşünüyor ve kanımda akan, her geçen gün daha fazla güçlendiğini hissettiğim uyuşukluğun kökenini merak ediyordum ancak onun söyledikleri şimdi bir zincirin parçaları gibi iç içe geçmişti. 

O gün, Alex'le gittiğimiz su kaynağındaki kızı hatırladım. Bana yalnızca gerçekleri gösterdiği söylemiş ve zihnimin içine girip bir anı vermişti. Annemin doğumuna ait bir anı. Zihnimde parça parça belirginleşen anı aniden nefesimi kesti. "Hayır." dedim şiddetle reddederek.
"Les." Alex aniden öne atıldı ve belimi kavrayıp düşmeme engel oldu. Ona her ne kadar kızgın olsam da o anda bunu düşünmeyecek kadar sarsılmıştım, bedenimi bedenine yaslayıp soluklandım ve zihnimde netleşen anının parça parça yerini bulmasını bekledim. Anıyı gördüğüm anda anlam verememiştim çünkü çok eskiydi, anneme aitti, evet. Ama ben anıyı izleyen başka bir kişiydim, o anının içinde yar almıyordum çünkü aslında bana ait değildi.

GÖLGELERİN KRALLIĞI 2 - TILSIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin