Giriş

68 9 12
                                    

Küçük bir çocuk olmak zordur. Ancak içindeki çocuğu hiç büyütememiş bir yetişkin olmak, mücadele gerektirir. Kendi benliğini kabul etmek, ileriye bakmak, açılan ve konuşan her ağızdan etkilenmeden kendi yolunu çizmek cesaret ister; ruhunda bir savaşçıyla doğanlar için her zaman bir ihtimal vardır bu yüzden. 

Kimi zaman, kontrolü kaybettiğini hissettiği anlarda ona sığınırdı, ruhu küçük kadın. 

Kızına...

En beklenmedik anda çıkagelen, hayatı boyunca sırtında taşıyacağı sırları da beraberinde getiren küçük kızına. Hayata gözlerini çatık kaşları ve buruşmuş suratıyla açan o minik bedenin aykırı olacağını daima hissetmişti aslında. Kendisine, hatta babasına bile benzemeyeceğini, büyüdükçe ve kendisini keşfettikçe ondan gitgide uzaklaşacağını içten içe biliyordu. Ancak hikâyelerle anılan o korkunç diyara olan tutkusu yalnızca bir takıntı değil, lanet boyutunu almaya başlamıştı. Evlerinin içinde kara bulutlar dolandığını hissediyor, kendi gölgesinden korkuyordu. Bir zamanlar sığındığı kızı yüzünden hem de... 

Rosetta'nın ailesi inançlı insanlardı ancak bu inanç doğa üstüneydi. Onlar ruhlara, lanetlere, karmaya inanırdı. Rosetta'nın çocukluğu ve ergenliği boyunca canavarlar, hayaletler ve en korkuncu, yani gölgeler, hayatında büyük yer kaplamıştı. Aşık olduğu adamın kim olduğunu öğrendiğinde bile bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu çünkü kızı, onun kanından değildi. Bu, gerçekleşebilecek en kötü senaryoydu. 

Alessi doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu hayata ve diyara meydan okumuştu. En yakınları Mel ve Drew bile onu bu saplantılı tutkudan vazgeçirememiş, hayatının büyük bir çoğunluğunu dünyanın o yarısına kaymadan geçirebilmesini sağlayamamışlardı. 

Onun yokluğunda geçen zamanda düşünmüştü ki, belki de bu yalnızca onun suçuydu. 

Kendi çocukluğunu yaşamadığı için, içinde kalan tüm uhtelerin öfkesini kızından çıkarmıştı. Onu babasız büyütmüş, hayatını yalanlar üzerine kurmuş ve kendi içini soğutmuştu. Ondan sonrası belliydi zaten; gitgide uzaklaşan, düşmanca konuşmalar yüzünden araları açılan ve birbirlerine içten içe kin duyan ideal bir anne kız ilişkisi. 
Alessi o geçide atlamadan önce Rosetta, kendi hatalarını kabul etme eğiliminde olmadığını kabul ediyordu. Ancak en acı farkındalık şuydu ki, Alessi onun hayatında çok büyük bir yer kaplıyordu. 

O güzel kızın hayatı boyunca yanında olmamış, üstüne üstlük en yakın arkadaşı Drew'e, onun gözleri önünde daha çok annelik yapmıştı. Hissettiği vicdan azabı bundan da olabilirdi, o gün kızını durduracak güce sahip olamayışından da. 

Bazen kendini küçük, çok küçük hissediyordu. Bütün dünya bir yana, kendi küçük kızına bile sahip çıkamayacak kadar güçsüz ve yetersizdi o. Bir de sarayda en üst pozisyon gelebilmek için gecesini gündüz etmiş, Drew'e annelik yapmayı kabul etmişti. Oysa bu diyarda anne olmaya en uygunsuz, en uzak kadındı o. 

Alessi'nin o anda canı yanıyorsa, başı dertteyse ya da en kötüsü... Belki de bu durum hayatına mal olmuşsa, tüm suçlusu Rosetta olacaktı. Etraftaki kimse böyle düşünmeyecek olabilirdi ancak kızı düşünecekti. Ve Rosetta daima vicdan azabıyla yaşayacak, bu acıyla kavrulacak ve içten içe kendini tüketerek, kızından daha beter bir hâlde can verecekti.

Elini göğsüne bastırarak yatakta doğrulduğunda bu düşüncelerle kıvranıyordu saatlerdir. Alessi gittiğinden beri aylar geçmişti. Kaç gece geçirmiş, kaç güne uyanmıştı insanlık. Oysa ki Rosetta uyuduğu saatlerin toplamının iki elin parmaklarını geçmeyeceğini biliyordu. Var olduğunu inkâr ettiği, kızının gözlerinin içine bakarak yalan söyler ve gölgelerin varlığını inkâr ederken bir de ona sahiden kızdığı o diyar ve içindeki her şey zihninde dört dönüyordu. 

"Ah, Alessi." diye fısıldadı gözlerini kapatırken. Yanağından bir damla yuvarlanırken acıyla salladı başını. "Ben kendimi nasıl affedeceğim?"

Alessi merhametliydi, anlayışlı ve hoş görülüydü ancak yufka yürekli denilemezdi. Birine zor güvenir, güveni bir kez kırıldı mı o ilişkiyi bir daha asla devam ettiremezdi. Annesini affetmeyeceğini biliyordu, kızıyla bir daha asla ilk yaşlarındaki bağı kuramayacağını da öyle. Ancak tek umudu, o gittiğinden beri yıldızlara bakarken dile getirdiği ilk ve tek dileği onun hayatta ve iyi olmasıydı
Geri dönüp dönmemesi mühim değildi, Alessi burada hiçbir zaman yeterince mutlu hissetmemişti zaten. Onu burada tutmaya ikna eden, bu yaşına kadar gelmesini sağlayan tek bağlayıcıları Mel ve Drew'di. Çoğunlukla Mel'di elbette. Onları kaybettiği anda neler hissettiğini yalnızca hayal edebilirdi.

Başını iki yana sallayıp yataktan kalktı ve sert zeminin soğuğu ayak tabanlarına işlerken ürperdi. Kollarını etrafına dolayıp saten geceliğin yumuşaklığını hissetmesi bile iyi gelmemişti ona. Gardırobunu açıp en üstteki bluzlarını kenara itledi ve elbiselerin, tüm düz renkli boğucu eteklerin arasından eski minik sandığı bulup çıkardı. 
Diğer eli boynundaki anahtar şeklindeki kolyeye giderken düşünceli bir şekilde ısırdı dudaklarını. Hayatının temelini bir anda söküp alacak tüm sırların küçücük bir kutu içine sığabilmesi ne ironikti. Onun onlarca yıllık hayatını, kocaman dünyasını sarsabilecek on sırları...

Acaba, diye geçirdi içinden. Vicdanının sesi susmak bilmediği gibi, sanki mümkünmüşçesine daha yükseltiyordu sesini. Alessi'nin varlığı gibi, yokluğu da ayrı bir sınavdı onun için.

Acaba Alessi, iki diyara da ait bir melez olduğunu bilse ne düşünürdü?

*

Herkese merhaba! Dördüncü kurgumla birlikte karşınızdayım! Gölgelerin Krallığı'nın ikinci kitabı Tılsım'da buluşuyoruz, hâlâ yazım aşamasında ama bölümleri düzenli olarak atmaya çalışacağım. Destekleriniz önemli, fikirleriniz de öyle. Yorum atmayı ve oy vermeyi lütfen unutmayın... Şimdiden keyifli okumalar. :)

GÖLGELERİN KRALLIĞI 2 - TILSIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin