Pencereden Sızan Gün Işığı

3K 580 153
                                    


Mihran Kız heyecanlı adımlarla, kimseye görünmemeye gayret göstererek yürüyordu. Kucağında sofra bezine sarılmış, yemek dolu iki tencere vardı. Olur da birine denk gelirim de nereye gittiğimi sorarlar düşüncesiyle arka sokaklardan, ayak basmaz yerlerden geçiyordu. Şu durumda kimseyle karşılaşmak, kimseye de dert anlatmak bir de annesiyle yüz göz olmak istemiyordu. Bu kez sessiz ve sakin yol alacaktı. Ortalığı velveleye vermeden.

Aslında annesinin ve babasının derdi bu değildi. Her zamankinden kat be kat fazla üstüne düşüyorlar, amaçları olur da dolmuşçularla karşılaşırsan, canın sıkarlar diye bilhassa onu yalnız bırakmıyorlardı.

Neyse ki artık bu dertten de kurtulmuştu. Dolmuşçuların gittiğini duyar duymaz annesine hava alacağını söyleyerek, önceden tandır evine sakladığı yemekleri de alarak çıkmıştı. Bu başına gelen felaketten sonra ikinci kez evden çıkışıydı. İlki ise ailesi ile birlikte Ahmet Hoca'nın evine baş sağlığına gittikleri gündü.

Her ölüm ağırdı. Bir insanı ebediyen görmemek, bir daha rast gelmeyeceğini bilmek, sesini duymamak, insan olabilmeyi başarmış her kişiye dokunurdu. Şu avuç kadar köyde bile kimler gelmişti kimler geçmişti de hiçbirinin gidişi Cihat kadar olmamıştı. Mihran onun öldüğünü çok sonra duymuştu. Dememişlerdi ona. Yara bere içinde bir de ona üzülüp hastalanmasın diye.

Mihran'ın çocukluğu onların avlusunda geçmişti. Anneleri arkadaş olunca rast gelirler, saygı ve sevgi çerçevesi içinde selamlaşırken gocunmazlardı.

Severdi Mihran onu. İnsan ağabeyini, amcasını, dayısını yahut kuzenini nasıl severse öyle severdi. En çok da yaşını doldurduğu serpildiği, görücülerin kapılarını çalmaya başladıkları o zamanlarda, rast geldiklerinde tavrını severdi. Herkes gibi yaklaşmazdı ona. Konuşurdu, selam verirdi hatta kendine has tavrıyla şakalaşırdı ama hep saygıyla. Rahatsız etmeden. Kendini ağabeyi gibi hissettirerek.

Onun o halleri bir kez daha gözünün önüne gelince canı yandı. Adımlarını yavaşlatarak bilmediği herhangi bir evin arka duvarına yaslandı. Gözleri nemlendi. Soluk almak için durduğu yerde aklına üşüşen anılar ilerlemesine mâni oldu.

Başlarda yakın bir akraba gibi konuşsalar da son zamanlarda İbrahim için fazlasıyla yüz göz olmuşlardı. Mihran biliyordu ki ikisinin arasını yapmak için çok uğraşmıştı. Fakat kader dediğine akıl sır ermezken olmamış, olmadığı için de ayrıca karşısına bilhassa geçip aman dilenmişti.

İbrahim'in hapiste olduğu o günlerde kendisiyle konuşması sanki dün gibi kulaklarında çınlamaya başladı.

" Mihran Bacım dinle beni" demişti. Sonra hızlı hızlı konuşarak derdini söylemişti.

"Babanı değil gözünden, canından da etse bile isteye olmadığını en çok sen bil. Benim kardeşimin yüreği sende mahkûm. Bugün iste, söker avucuna verir. Yemin ederim sana zarar geleceğini bildiği her şeyi yakar. Saçının teli zarar görse köyü ateşe verir. Allah aşkına dön şu evlilik işinden. Ortalık durulsun Cemil Ağabey'in kini de yumuşar. EvelAllah ben kardeşimin arkasındayım. Kendini sizinkilere affettirmek için gereken tüm desteği ona sağlayacağım. O kabuğuna çekilir. Bir başına sevilmediğini zannederek ses edemez. Şu saate kadar durduysa kendini sana layık görmediğinden. Seni incitmekten korkar. Yanlış severim diye ödü patlar. Kurban olayım acele etme. Sen istemesen olmaz. Az daha diren! Bu can ben de olduğu sürece sizin bir araya gelmeniz için elimden geleni yapacağım. Ama senin de rızanla. Vazgeç bacım!" demişti.

Dursun Kadının evlerinin taşladığı, ailesinin Dursun kadın ve sülalesi için yeminler ettiği o gün konuşmuşlardı. Nasıl dönerdi Mihran. Tükenmişti. Canı yanıyor kimseye de ateşim var diyemiyordu. Dese üstüne alev serperlerdi. O günlerde o kadar cesareti yoktu. Gücü de yoktu.

İBRAHİMWhere stories live. Discover now