Bu Ateş Seni Yakar

3.4K 466 89
                                    

Adına Zemheri ayı demişlerdi, Aralık ile Ocak aylarının arasındaki günlere. İnsanın etini bıçak gibi kesen, buz gibi günler başlamıştı. Hatta birkaç gün oluyordu Zemheri gireli.

O vakit niçin İbrahim baharı yaşıyordu? Baharı hissediyordu! Bahar gibi kokuyordu küflü evleri! Kışın ortasında kuşların ne işi vardı canım. Sanki hepsinin kanatları aynı anda kırılmıştı da bahçelerinde ki kuruyan ağaçlarda mahsur kalmışlar gibi ötüşüyorlardı.

Yo! Ağaçları da kuru değildi! Aksine yemyeşildi. Hatta taş duvarlarla örülü avlularında, onlarca çeşit çiçekler bile vardı. Yahu onların evinin önünde, çiçeğin ne işi vardı! Kuru ot bile bitmezdi ki kepir topraklarında. Öyleyse nasıl olmuştu da her yer cayır çimendi. Ne ara olmuştu bunlar?

Hayda! Tahta pervazlarını hangi ara beyaza boyadığını hesap edemediği pencereleri de açıktı. Uçları dantelli bembeyaz bir perde, esen ılık rüzgarla beraber, dışarı çıkmış havalanıyordu. Sanki ebesi saatlerce sabunla çitilemiş gibi bir de ışıl ışıldı. Hayır! nenesi kendi sidikli donunu bile yıkamazdı ki. Öyleyse birileri gelmiş eve el atmış olmalıydı. Nenesini bir yere bağlamışlar, şu küflü eve insanlık namına çeki düzen verelim demişlerdi. Kesin izahı böyle olmalıydı. Zira mümkün değildi bu evin, İbrahim'in doğup büyüdüğü ev olması.

Ayağında yeni boyanmış bey çizmesi dedikleri ayakkabılar vardı. Çayırlara basarak evin girişine doğru ilerlemeye başladı. Dışarıda mıydı ki? Ne zaman çıkmıştı? Çıkıp gittiği yer neresiydi? Kaç gün kalmıştı orada da her yer güllük gülistanlık oluvermişti.

Merakla sağına soluna bakınarak yürüdü. Evin kapısının önüne kadar geldi. Kapı da açıktı. Leziz bir yemek kokusu hissetti. Girmeden başını uzattı. Bu ev nenesiyle yaşadığı ev değildi sanki. Işıl ışıl her yer tertemizdi.

" Ebee" diye seslendi. Ses gelmedi.

" Neredesin ebe! Ses versene be kadın " dedi. Nenesinin sesi yine çıkmadı.

Bir terlik sesi ilişti kulaklarına. Ya da bir takunya sesi. Şıp şıp adımlarla biri ona doğru yürüyordu. Pencerelerden sızan ışık süzmesinin arasından geçip karşısında durdu. Soluğu kesildi İbrahim'in. Bu nenesi değildi ki. Seçmeye çalıştı. Yüzü ayan beyan görünüyordu. Bu o idi. O!

Telaşa kapıldı. Geriye doğru bir adım attı. " Senin ne işin var burada" demek istedi. Yine üzmeyeyim diye sustu. Yoksa bunca şeyi yine hayır yapmak için mi yapmıştı.

Bari Nenemi sorayım dedi. "Nereye gönderdin ki böyle rahatsın" dedi.

Bastonuyla kızın tepesini yarmadığına göre demek ki ev de yoktu.

Kız yalnızdı. Karşısında ona hüzünle gülümseyen kız güzeldi. Kız su gibiydi.

Niye böyle soluk alıyordu İbrahim? Bir yerden mi koşup gelmişti? Neydi bu hissettiği şimdi? Kanı coşkun olduğu zamanları çoktan geçmemiş miydi?

İçi; çürümeye yüz tutmuş değil miydi yahu. Yeniden canlananası mı tutmuştu.

" Hep geç kalıyorsun ama. Gel haydi " diyerek, yaklaştı kız. Ellerine uzandı İbrahim'in. İki eliyle tuttuğu gibi içeri çekti.

İbrahim'in artık nefesi tükenecekti. Sanki son soluklarını alıyordu. Sanki son hava kalmıştı da hepsini hızlı hızlı çekiyordu içine.

Beyaz bir elbise vardı kızın üstünde. İnce. İncecik. Kıvrımları belli eden beyaz bir elbise. Saçları dökülmüştü göğüslerinin üstüne. Kırmızı dudakları ve bakışları, açıkça günaha davet ediyordu İbrahim'i.

Ar etti İbrahim. Kendi evinde iki kez gördüğü kız ile bu kadar yakınlaşmasından ötürü utandı. Başını yere eğdi. Ama kız! Sanki onu her gün görüyormuş gibiydi. Sanki hep onunmuş gibiydi.

Sokuldu göğsüne kız. Başını, hızlı atan kalbinin üstüne koydu. "

" hep geç kalıyorsun! Sonra yemek soğuyor " dedi. Uzanıp çenesinden öptü İbrahim'in. Sonra boynunun altından. Sonra dudaklarından. İbrahim artık kendini durduramadı. Demek ki iyice tanışır olmuşlardı ki rahattı kız. Sanki hep onunmuş gibi. Sanki er ile avratmışlar gibi. Küçük yüzünü iki avucunun arasına aldı. Durdurdu onu.

Adı dilimde kirlenir diye söylemeye çekinirken gayet olağan bir dille seslendi.

" Mihran " dedi. Yutkundu. Ağzı kurumuştu sanki.

" Sen benim misin? " diye sordu.

Omuzlarını silkeledi kız. Sorusuna cevap vermedi. Yanından kaybolduğu gibi birkaç adım da karşısına geçti. Elleri boşlukta kaldı.

" sakın geç kalma bir daha " dedi. Sonra tamamen kayboldu.

Elleri havada kaldı İbrahim'in. Sanki ölecek gibiydi. Hızlı hızlı çektiği havada bitmiş olmalıydı. Kanter içinde kaldı. Birden kaybolan kızın peşinden hızla içeri girdi. Bütün odalara baktı. Her yer pislik içindeydi. Her zamanki gibi.

Mutfağa doğru koşturdu. Tek ocağın üstünde yanmış bir yemek vardı. Yerde ise boğazı kesilip öylece bırakılmış kanlı bir tavuk. Kanı yere akmış üstüne de terlikle basılmış iz vardı.

" Mihran " dedi. Öyle bir bağırdı ki sesi yankı yaptı. Kendinden başka duyan olmadı.

" Mihran " dedi. Üst üste kaç kez tekrar ederek.

Kulağına başka sesler erişti. Boğuk boğuk, hırıltılı ve çirkin soluk sesleri duydu.

"Mihran," dedi bir kez daha.

" lan kalksana boyu devrilesine Abraham. " diyen ses, daha da netleşti.
Soluk soluğa sıçrayarak uyandı.

Gözlerini açtığında tam önünde, iki dişli nenesi, sarımsak kokulu nefesini yüzüne vuruyordu.

" uyutmadın adı batasıca " derken bir de çimdikliyordu.

.......

" Allah'ın cezası azgın hayvan dedi. Yeni yetmeler gibi kafayı iyiden iyice sıyırdın. İki kez gördüğün kız için bu düştüğün durumlarda neyin nesi " dedi.

Bunları kendine söylüyordu İbrahim. Gördüğü rüyayı kendine hak saymıyor, niçin böyle bir rüya gördüm diye bir de kendini cezalandırıyordu.

Sinirliydi. Öfkesiyle bulunduğu ortamı yerle yeksan edecek bir vaziyetteydi. Ezan okunurken uyanmıştı. Daha doğrusu uyandırılmıştı. Nenesi başında, bağırdığını iddia ediyordu. Öyle bir korku hissetti ki. İnşallah adını söylemedim de duymadı dedi. Fırladı yatağından. Nenesi peşinden bağırıyordu. " içine ettin uykumun " diye.

İki güğüm su doldurdu. Kışın ortasında soğuk mu diye düşünmedi bile. Sana layıktır dedi. Kendini banyoya attı.

Sandı ki harareti geçecek. Geçmedi. Çıldıracak gibiydi. Üstünü giyindiği gibi tekrar odaya girdi. Sönen sobanın kovasını aldığı gibi o soğukta dışarı çıktı. Külünü boşaltıp doldurdu. Yaktı. Üstüne çayını koydu. Güğümleri de koydu. Yattığı yatağı topladı. Yok yine geçmedi.

Ahırda ki işlerini yaptı. Evin damına yığılan karı aşağı küreledi. Avluda biriken karları da ağa sola küreleyerek geçiş yolu açtı. Geçmiyordu işte. Ne yaparsa yapsın kızın o hali gözünün önünden, gitmedi. Öyle gerçekçiydi ki.

Kar küreğinden destek aldı. Saçında biriken karı aşağı doğru silkeledi.

" kısmet olur mu ki " dedi.

Sanki kürek dile geldi.

" sen o İbrahim değilsin. Bu ateş seni de onu da yakar"

.......

Değerli ve ilham olan yorumlarınızda buluşmak umuduyla. Selametle kalın Hoşça kalın.

Instagram.... Begül Aybar Ünal. 

İBRAHİMWhere stories live. Discover now