Sevda Dedikleri Çivili Yelek

2.8K 483 175
                                    

Karanlık sokakta dalgın adımlarla, ayağındaki çizmeler boyunca kar yığınlarını aralayarak, yüzüne vuran keskin ayazın eşliğinde, yokuş aşağı iniyordu İbrahim. Elleri cebindeydi. Sanki büyük bir günaha batmış gibi başını öne eğmişti. Sırtı kamburlaşmıştı. Hava feci derecede soğuk olmasına rağmen içinde dev bir yangın vardı. İçindeki bütün organları cayır cayır yanıyor, sanki ağzını açıp püskürse içinden kocaman bir ateş topu çıkacak ve bütün köyün içini o ateşle yakacak kadar efkarlıydı.

Başını kaldırıp zifiri karanlığa baktığında saat gece yarısını çoktan geçmişti. Zaten bu saatte bir kendi bir de köyün içinde başı boş gezen köpekler vardı. Ay bile kendisine küsmüş yahut sinirlenmiş olmalı ki gri bulutların arasına saklanmış, önünü görmesine yardımcı olmuyordu. Herkes de kendisine küsmek için yer arıyordu canım. Mihran kızı küstürmüştü. Hem de bile isteye. Çakmak çakmak bakan ela gözleri öyle kırgın bakmıştı ki bu yaşına kadar iflah olmayan İbrahim, o bakıştan sonra hiç olmazdı. Varsın olmasındı. O güzelin gözlerindeki hayat ışığının sönmesine sebep olacaksa bildiği gibi yaşasındı İbrahim. Bir o kadar emindi kendinden.

Mihran'ın annesinin dediklerini duyduktan sonra saatlerce düşünmüştü. Olmayacak duaya âmin diyerek çıktığı bu yolda, önceliği kendi değildi. Sevmek de bu değil miydi zaten. İnsan dediğin hangi kişi seviyorum derken sevdiğinin gözünde elem ve keder görmek isterdi. Zira annesi ve babasına bu denli düşkün olduğu ortadayken, karşına geçip zaten ne diyebilirdi.

"Anan beni istemiyor. Onları hatta şu hakkımda konuşan köylüyü, soyunu sopunu hiçe say eşim ol" diyebilir miydi?

Velev ki dedi. Ona, tadını bilmediği, yaşamadığı, hiç içinde var olmadığı huzurlu bir yuvayı verebilir miydi? Veremezdi. Allah için ne kendine ne de yaşayacaklarına dair güveni yoktu.

Zaten o da karşısına geçip "Aman İbo! Anam da babam da kimmiş. Ben sana koşa koşa gelirim mi diyecekti. " Çok yeniydi. Çok tazeydi. İşte bu yüzden onun adına, yol yakınken döneyim dedi.

Ama beni kötü bellesin düşüncesiyle. Zerre kendini mecbur hissetmesin düşüncesiyle. Dilini ısırarak söyleyeceklerini söyledi ve arkasına bakmadan o avludan çıkarak yokuş aşağı indi.

Boynu bükük küflü evine doğru adımlarken ise bunun en iyisi olduğunu düşünürken geniş omuzlarına bir yükü daha omuzladı.

........

Asude adında, uzaktan akrabası vardı Mihran'ın. Aynı zamanda komşularıydı. Mutfak pencereleri birbirine bakardı. Mihran on yaşlarında başlamıştı, onun eteğinde dolanmaya. Onu örnek almaya ve ne yaparsa yapsın onun yaptıklarının aynısını yapmaya. Asu ablam aşağı Asu ablam yukarı der, ilk fırsatta yanında biter, yanından ayrılmazdı.

Asude dediği dünya güzeli bir fidandı. Köyün içinde adı dolandı mı maşallah denilmeden adının sonuna nokta konulmazdı. Lacivertimsi dalgalı saçları ince beline kadar iner, her gün bir önceki günden farklı, kendi elleriyle yaptığı çeşitli motiflerle iğne oyalı yemenilerini üstüne gelişigüzel örterdi. Gür kirpikleri, gece bakışları, beyaz teniyle baktıkça bakası gelirdi insanın.

Ondan öğrenmişti sevmek ne demekti. Sevdalı diye kimlere denirdi. Onu izlerken, onun yanında büyürken. Öyle böyle değildi dillere destan Asude'nin sevdası. Şahit olmuştu işte. Ortaokuldayken öğretmeni Fatih, ta Trabzon'dan gelmişti de Asude 'ye vurulmuştu. Asude de öğretmenine. Allah'ın işi ya tertemiz sevmişlerdi birbirlerini. Bir bakış, bir gülüş ve küçük sarılmalarla. Her birine şahit olmuştu Mihran. Zira en yakın gözetmenleri ve postacıları olduğundan.

Evin arka kısmında güdük ama etrafına saçaklı iğde çalısı vardı. Asude ve Fatih'in yuvasıydı ora. Her akşam ezanında orada buluşurlardı. Asude gelemese de Fatih o çalının içinde kendi elleriyle yaptığı o küçük yuvada beklerdi.

İBRAHİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin