28

520 91 22
                                    

Yorum yaparsanız ve eksik olduğum yerler varsa belirtirseniz sevinirim canolar.

Soğuk bir kış gecesiydi...

Mide bulantılarım yüzünden halsiz bir şekilde şöminenin önündeki yerimde uzanıyor, alçılı bileklerimdeki kelepçelerin, titreyişlerim yüzünden, çıkardığı sesleri dinliyordum. Midem neden böyleydi, Arthur eskiden içebildiği kanımı defalara kez denemesine rağmen niye içemiyordu? İnanın bilmiyordum. Tek bildiğim şey eski kralın gün geçtikçe bu duruma daha da sinirlenmesiydi...

Bir kaç haftadır burdaydım...öyleydim sanırım. Bundanda emin değildim çünkü gidip gelen bilincim her kapandığında ya bir kaç gün sonra uyanıyor ya da bitmek bilmeyen o ızdırap dolu gecelerin sabahında açıyordum gözlerimi. Zaman algım çoktan karışmıştı anlayacağınız.

Şimdi ise...

Şimdi ise uzandığım yerde çıplak bedenimi beni izleyen adamdan saklamak istercesine dizlerimi kendime çekmiş ve olduğum yerde küçücük kalmış bir şekilde ağlamaktan şişen gözlerimin izin verdiği kadarıyla bir kaç adım ötemdeki şömineden yükselen alevleri izliyordum.

" O mührü oradan yok etmem gerektiğini biliyorsun değil mi?"

Duyduğum şey ile her seferinde onu yapacağı şeyden mahrum bırakan mühürüme soğuk parmaklarımı atmış, günlerdir görmediğim eşimden bana kalan tek şeyin bu olduğunu hatırlayarak tükendiğini sandığım göz yaşlarımın tekrardan gözlerime akın etmesine sebebiyet vermiştim. Tükenmemişlerdi anlaşılan...ben tükenmiştim fakat onlar tükenmemişti.

" Beni duyuyorsun değil mi? Bu oldukça can yakıcı olacağı için uyarıyorum seni."

" Canımın yanıp yanmaması umurunuzda değilken böylesi laflar etmeniz...sanırım şu sıralar gülebildiğim tek şey bu efendim."

" Aklın başına gelsin diye daha ne yapmam gerekiyor cadı? Bir kaç kemer darbesini daha kaldırabilir misin? Yada ayaklarını kırdığım gibi çenenide mi kırmalıyım?"

Aldığım sorulara yanıtsız kalırken bir kaç haftadır bacaklarımda olan diz kapaklarımın altında kalan alçılara bakmıştım. İlk günkü kadar acımıyorlardı artık. İki ayağımı da kırmamıştı zaten. Sadece birini kaçmaya çalıştığım ilk gün elleriyle kırmış, diğerini ise kaçarken düştüğüm için ben çatlatmıştım. Fakat bunların bir önemi yoktu benim için. Sırtımdaki kemerin oluşturduğu yaralardan sızarak kurumuş olan kanlar, alçıdaki ayaklarım, neredeyse tüm vücudumda olan diş izlerinin hiç bir önemi yoktu... hepsine katlanabilirdim. Katlanıyordum da. Fakat mührümü benden almasına katlanamaz, bir ömür onun mührünü taşıyamazdım boynumda. Ölmeyi tercih ederdim bunun yerine. Ölüp gitmeyi ve bu saçmalığın son bulmasını çok isterdim.

" Konusu açılmışken...ayakların nasıl?"

" İyi."

" Doktor hangisinin çatladığını söylemişti. Oradaki alçıyı çıkarsak daha iyi olacaktır."

" Sağ."

Lafımı söyler söylemez yanıma adımlamış ve ayaklarımın dibine çökerek kendime çektiğim dizlerimden birini yakalayıp kucağına çekmiş ve gün geçtikçe zayıfladığım için alçının büyük geldiği kısımlardan parmaklarını sokarak tek seferde alçıyı ikiye ayırmıştı. Aklıma diğer ayağımı kırdığı an gelmişti parmakları bileğime dolandığı anda. Titrek bir nefes çekmiştim ciğerlerime. Ellerimi onu itmek için kullanamıyorum çünkü çıplak vücudumun bazı kısımlarını delici bakışlarından sakınmaya çalışırken kullanıyordum onları.

Bileğimi kaldırarak omuzuna attığı anda çırpınmak istemiş fakat bir öncekinde çırpındığım için ayağımı yakalayıp kolaylıkla kırdığı gelmişti aklıma. Her durumda çaresiz ve savunmasızdım işte. Ona karşı koyabilecek gücüm yoktu. Acınası ve zayıf bir cadıydım ben sadece. Bir vampire karşı koymam imkansızdı...

LanetWhere stories live. Discover now