1

2.3K 161 40
                                    

" İtaat et!"

Güçlü prensin gür sesi büyük mağarada yankılanırken onun sesinin aksine duyulan tek ses zemine sürtünen zincirlerin sesi olmuştu. Lanetli bir cadının inindeydi güçlü vampir prens. Klanının başına geçmeden önce ona verilen bu kutsal görevi yerine getirmeli ve yüzyıllardan beri tahtta olan babasının yerine geçmeliydi. Ondan önce bunu deneyen - soylu, soysuz- herkes ölümsüz hayatlarına son noktayı bu iğrenç yerde koymuş olsalarda bu düşünce ne yazıkki onu korkutmuyor aksine daha da hırslanmasına neden oluyordu.

" Korkuyorum." demişti cadı. Sesinden cidden korku kırıntıları vardı fakat prens yinede inanmamıştı ona. Diğer akranları gibi bu acınası varlığın karşısında sonsuz hayatının son bulmasını istemediği içindi bu kadar temkinli olma sebebi. Haklıydıda bir nevi. Kulaktan kulağa gezinen onca hikaye vardı karanlığın arasında saklanan lanetli cadı hakkında. O hikayelere inanmamak elde bile değildi.

Bu mağaraya giren geri çıktıktan bir kaç gün sonra içtikleri cadıya ait kan yüzünden ölüp gitmiş ve tahta layık olamadıklarını kanıtlayarak yok olmuşlardı. Güçlü prens bu kadar basit bir şekilde yok olamayacak kadar gururlu olacaktıki çoğu vampirin aksine korkusuzca girdiği mağarada ondan saklanan cadıya doğru ilerliyor hatta ona emirler yağdırıp hakaretler ediyordu.

" Seni kabul etmeyecek kadar onurlu olan karanlığın ardında saklanmaya çalışma cadı."

" O da mı kabul etmez beni?" genç prens aldığı masum soruyla afallarken bir süre karanlığa bile sığınmakta beceriksiz olan cadının aydınlıkta kalan çıplak ayaklarına bakmıştı. Cadının küçük ve narin duran güzel ayakları yara bere ile kaplıydı. Bileklerinde ise mağaranın başka bir ucuna doğru uzanan zincirin kelepçeleri vardı. Ayak bilekleride ayakları kadar yaralı ve acınası duruyordu. Fakat prens bu acınası görüntü karşısında bile gardını indirmeyerek can yakıcı cümlelerini tereddüt etmeden tane tane dile getirmişti.

" Seni bu dünya üzerindeki hiç bir şey kabul edemez. Benliğini sığdıracağın bir yer yok burada."

" Öldür o zaman beni." ağlamaklı çıkmıştı bu sefer güçsüz cadının sesi. Titriyorduda. Bunu ay ışığının aydınlattığı çıplak ayaklarının yaprak gibi sallanmasından ve durmaksızın birbirine çarpan zincirlerin sesinden anlamıştı genç prens.

" Kanını içtikten sonra hayatta kalabilirsem emin ol bu dileğini hiç düşünmeden gerçekleştireceğim cadı."

" Ben cadı değilim prensim."

" Sen lanetli bir cadısın. Bunu ikimizde çok iyi biliyoruz."

" Gidin lütfen. Sonsuz ömrünüzde yapabileceğiniz onca güzel şey varken değersiz bir taht için hem benim canımı hemde kendi hayatınızı tehlikeye atmayın. "

" Kanını içmeme izin ver. Lanetini üstümde kullanma ve gideyim. Sende zarar görme, bende. "

" Bu elimde olan bir şey değil efendim."

" Babam nasıl kanını içebildi o zaman?! Ona neden izn verdin?! Altına mı yattın?! Aşık mı oldun?! O aşağılık adama neden bu fırsatı sundun?! " Jungkook, öfkeyle ileri doğru atılarak kılıcını cadının bulunduğu köşeye doğru savurduğunda boş mağarada acı dolu bir inilti ve yere serilen bedeninin zeminde oluşturduğu patırtı duyulmuştu.

Dizlerinin üstüne, aydınlığa doğru düşmüştü güçsüz cadı. Mağaranın tepesindeki kocaman delikten içeriye doğru vuran ay ışığı tamda üstüne düşerken o sadece acıyla olduğu yerde kıvrılmayı becerebilmişti. Ne kılcıyla ona yaklaşan prensten kaçabilmiş ne de ayağa kalkıp kendini koruyabilmişti. Sadece acıyan canı yüzünden serildiği yerde sessizce ağlayarak prensin kılıcıyla karnında açtığı yaraya dolamıştı ince kollarını.

" Kılıcın ucundaki zehir seni öldürmeden kanını içmeme izin ver ki panzehiri sana vereyim. Ben ölürsem sende ölürsün cadı. Gelecek nesiller ve benden sonra tahta geçecek olan kişi umurumda dahi değil. Tek varis ve kral ben olmalıyım."

" Ya-yapamam. Kanımı sadece benimle bir ömür bağlanacak olan ruh eşim içebilir. Kanım onun haricinde herkese ölümü getirir prensim. Bırakın öleyim. Sizde beni öldürdüğünüzle övünün. Kanımı içip yaşanmaya değer olan hayatınıza gencecik yaşınızda son vermeyin. "

Prens, kanında dolanan hırs yüzünden ne yaptığını düşünmeden yere serilen büyüleyice derecede güzel olan cadının yanına çökmüş ve zümrüt yeşili gözlere kendi koyu kırmızı gözlerini sabitleyerek elini karşısındaki acınası gencin gümüşi tutamlarına daldırmıştı.

Güçsüz cadının başı saçının sertçe çekilmesiyle geri düşerken yanağından süzülen göz yaşları diş izleriyle dolu olan boynuna doğru süzülmüştü. Canı yanıyordu. Ölmek istiyordu artık. Ölüpte bitmek bilmeyen zulmüne bir son vermek ve bu aşağılık dünyadan kurtulmak istiyordu.

" Bana babamın, senin gibi bir kaltakla ruh eşi olduğunu mu söylüyorsun?"

Cadı bu soru karşısında sessiz kalırken prens gözlerini güzel yüzden çekerek diş izleri haricinde bembeyaz olan boyuna indirmişti.

" Dua et de ikimizde bu iğrenç yerde ölmeyelim cadı. Ruhuna cehennemde bile ızdırap olurum. "

" Prensim, yapma-"

Prens diğer diş izlerinden uzakta kalan beyaz kısma dişlerini sertçe geçirerek güzel cadının acıyla kasılıp susmasına neden olurken omuzuna yerleşen minik elleri dert etmeden gümüşi tutamlardaki elini cadının ensesine, boşta kalan dövmeli elini ise ince bele sıkıca dolamıştı. Zayıf vücudu iri vücuduna bastırarak ömrü hayatında hiç tatmadığı kadar leziz olan kanı emmeye devam ederken güzel cadının kesik kesik hıçkırıklarını ve acı dolu iniltilerini dinliyordu.

Tam burada her şeyin bitmesi gerekirdi. Prens ona acı gelen kanı daha fazla ememeyerek geri çekilmeli ve baygınlık geçiren cadıyı orada bırakıp kaçıp gitmeliydi...Fakat öyle olmamıştı.

Cadı kendinden geçerken gözleri etraflarında süzülen mavi ve yeşil ışık zerrelerinde dolanıyordu hayretle. Kurtuldun diyordu. Bu iğrenç yerden ruh eşini bularak kurtulmuştu. Prens artık ondan uzakta kalamaz ve ölmesine göz yumamazdı. Onu bu yerden çıkaracak ve esaretinden kurtulmasını sağlayacaktı. Bu düşünce acı ile kavrulan bedenini daha fazla ayık tutamayan cadının burukça gülümsemesine neden olmuştu. Sonunda özgür olabilecekti o da. Diğer ölümlüler gibi...

LanetWhere stories live. Discover now