11

1.1K 125 32
                                    

" Şş sakin ol evlat."

Başıma koyulan eldivenli elin hissiyatı ile gözlerimi o elin sahibi olan kadına çıkarmıştım. Bayan Katherina başımda dikilmiş, yumduğu gözleri ve soluk renkli dudakları ile anlamlandıramadığım bir kaç şey fısıldıyor, bazen gözlerini açarak yeşile dönen irislerini bana dikiyordu. Korkuyordum. Ondan, içimi daraltan durumumdan ve etrafımda toplanarak vücudumu bezlerle ıslatıp beni yatağa sabitleyen insanlardan deli gibi korkuyordum. Gözlerim kralı arıyordu. Ne olursa olsun beni her türlü şeyden koruyabilecek o yüce adamı arıyordum etrafımda. Yoktu. Daha demin yanı başımda olduğunu görmüştüm oysaki.

" Göğsün acıyor değil mi? Tam şurası."

Bayan Katherina işaret parmağıyla ilk seferde sızım sızım sızlayan göğsümdeki o noktaya dokunmuş ve benim bir kez daha acıyla inlememe sebebiyet vermişti.

" Bu gün onun ölüm yıldönümü küçüğüm. Lanetine sahiplik yaptığın cadı tam bu gün eski kralın zehirle kaplattığı kılıcıyla parmaklarımın arasındaki yerden yaralanarak öldü."

" Bende... bende ölecek miyim?"

" Hayır. Acını dindirmek için elimden geleni yapacağım, korkma. Sadece bana güven ve sakinleş. Tamam mı?"

" Da-Daha önce-ah!" Konuştukça batan göğsümün acısı ile bağırdığımda gözlerimde biriken yaşlar usulca yanaklarıma süzülmüştü. Ne zaman bitecekti bu şey? Daha önce hiç böyle olmamıştı oysaki.

" Daha önce olmadı...biliyorum. Lanet... Lanet yüzünden. Ruh eşini bulduğun anda ruhun o cadıdan bağımsız olmak isteyecek. Kurtulacaksın bir nevi. Ama bu süreç boyunca çekmediğin kadar çok acı çekeceksin küçüğüm."

İşittiğim şeyler beni dumura uğratsada kafamı karıştıran asıl şey daha önce yüzünü hiç böyle görmediğim kadındı. Üzgün bakıyordu bana. Acımak değildi bu seferki bakışı. Yardım edemediği için üzgündü sanırım. Yüzüne yansıyan çaresizlik benim için şu anlık bunu ifade ediyordu en azından.

" Sıkı tutun." Demişti güzel kadın bedenime dokunan üç kişiye ciddi bir bakış atarak. Ben onun bu sözüyle daha da korkarken göğsümün üstünde duran el, gözlerime dikilen yeşil irisler, kulağıma dolan anlamsız mırıltılar ve göğsümden tüm vücuduma yayılan o dehşet verici acı...Tüm bunlar yerimde çırpınmama yeterken acı içinde kavrulan vücudum yüzünden ağlaya ağlaya bağırıyordum.

" Acıyor! " haykırarak söylediğim bu şey kimsenin umurunda değildi anlaşılan ki kıpırdamayayım diye bedenimi saran ellerin tutuşları sıkılaşmış göğsümde acı nefesimi kesecek kadar şiddetlenmişti.

" Efendim?! Efendim,nefes alın!"

Beni tutan bir erkek hizmetli yanaklarımı hafif hafif tokatlarken ben kesik kesik fakat yetersiz olan nefes alıp verişlerimi hızlandırmış, durumumu daha da kötü bir hale sokarak hizmetlileri iyice korkutmuştum.

Bir süre sonra gözlerim kararmıştı zaten. Fakat bu sefer karanlıktan korkmamamı sağlayan kralın fısıltısı yoktu zihnimde. Sadece acı vardı... saf ve dehşet verici bir acı...

-

" Efendim yeter!"

" Bilinci kapandı!"

" Efendi Katherina!"

Kulaklarıma dolan hizmetlilerin sesi ile kaşlarım çatılırken daha fazla bekleyemeyerek dikildiğim kapıdan içeri dalmıştım. Gözlerim anında yatakta kıpırtısızca yatan cadıyı ve onun başında dikilerek hizmetliler tarafından uyarılan üvey annemi bulmuştu.

" Kralım! Efendi Katherina kontrolünü kaybetmiş olmalı. Eğer abinizi çağırırsanı-"

Hizmetlinin sesini kesen şey, benim hızlı ve sert adımlarla yanına yaklaşmaktan korktukları kadının yanına adımlamamla kesilmiş. İçime dolan öfke ve koruma iç güdüsüyle kolundan kavradığım gibi bir köşeye savurduğum kadını gördükten sonra ise tekrar mırıldanmaya başlamışlardı.

Üvey annem savrulduğu anda yere serilerek soluklanırken kendinde olduğunu anlayıp bakışlarımı cadıya çevirmiştim.

Dudakları morarmıştı, göz altları kızarıktı zira buna sebebiyet veren göz  yaşları hâlâ güzel cadının tombul yanaklarını süslüyordu. Burnu kanamıştı tekrardan. Dudaklarının üstünde biriken kurumuş kanın üstüne usul usul yeni kan damlaları sızıyordu. Kısacası perişan haldeydi. Benim bile içimi acıtacak kadar kötü gözüküyordu.

" İyi olacak mı?"

" E-Evet." Üvey annemin güçsüz sesi kulaklarıma iliştiğinde hizmetliler tarafından kaldırılan bedenine kısa bir bakış atmıştım. Ayakta zar zor duruyor gibi gözüküyordu. Bu beni gram üzmemişti fakat yüzündeki şaşkınlık ve anlamdıramadığım derecede kederli bir kaç duygu oldukça canımı sıkmış, nedenini merak etmeme sebebiyet vermişti. Zira Onu uzun zaman sonra ilk defa böyle dumura uğramış bir halde görmüştüm.

" Neyi var?"

" Lanet..." demişti üvey annem sadece. Hemen ardından ise eteklerini toplayarak hızlıca çıkmıştı odamdan. Arkasından hizmetlileride gitmişti elbette. Yine yalnızdım. Güzel cadıyla birlikte yapayalnız ve sanırım... sanırım üzgündüm...

-

" Yapamam! Yapamam dedim size! Neyini anlamıyorsunuz?!"

Güzel kadın yürüdüğü koridorda yalpalarken zihninde dönüp duran kendi çığlığı ile bir an sıkıca gözlerini kapamış ve eldivenli ellerini mermer duvarlara yaslayarak soluklanmaya çalışmıştı.

" Zorundasın büyücü! Eğer! Eğer bana bir kez daha karşı çıkma cüretinde bulunursan karnındaki bebeğini hiç acımadan öldürürüm!"

Bayan Katherina'nın bir eli düz karnına giderken gözlerinde biriken yaşlar yüzünden hızlıca gözlerini açmış ve etrafına toplanan hizmetlileri yanında dik durmaya çalışarak odasına doğru ilerlemişti.

Kendini odasına attığı anda ise, tam o anda çöküvermişti yatağının yanına. Göz yaşlarını serbest bırakmış, yüreğini yakıp kavuran vicdan azabı ve güzel cadının anılarına istemsizce daldığı anda gördüğü keder dolu anlar yüzünden etrafını yıkıp dökmek istemişti.

" Güzel çocuk..."

Demişti kendi kendine. Boğazında oluşan yumruyu yutmaya çalışarak. Hiç düşünmemişti. Böyle olacağını, bu kadar canının yanacağını... hiç birini düşünmemiş biricik oğlu Namjoon dünyaya gelsin diye kralın verdiği tüm emirlere uymuştu.

Bilememişti... kendi oğlundan bile küçük bir çocuğun henüz üç dört yaşlarında iken kapatıldığı mağarada gördüğü işkenceleri...

Küçük cadının bile hatırlamadığı anılarına gömülürken bilememişti bir zamanlar aşık olduğu kralın iğrenç bir herif olduğunu...

Küçücük bir çocuğu taciz ettiğini...

Ona küçükte olsa her seferinde karşı koyan güzel oğlanı öldüresiye dövüp o mağaranın içinde çığlık çığlığa ağlamasına neden olduğunu...

Buz gibi sular ile kış gecesinde, mağaranın önü karlarla kaplıyken yıkadığı çocuk ateşler içindeyken ona dokunmaya çalıştığını...

Hiç birini görmemişti güzel büyücü.

Canını kurtardığı oğlunu sarayda büyütüp bir dediğini iki ettirmezsen onun oğlundan bile daha küçük olan bir çocuğun kararan hayatını görememiş, gördüğü ilk anda ise yıkılmıştı.

Yıkılmış ve öfkelenmişti...

Vicdan azabı, öldürme arzuyla dolup taşmasına neden olacak kadar öfkelendirmişti onu...

LanetWhere stories live. Discover now