Bölüm 10

625 133 63
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİLERİNİZE GÖRE GELİYOR... 50 YORUMUN ALTINA BÖLÜM GELMEYECEKTİR... BOL KEYİFLER...


Gözlerini açtığında başında iki hizmetçi vardı ve son derece rahat bir yataktaydı. Başındaki hizmetçilere baktığında sanki çok mutlu olmuşlar gibi gülümsediler ve neşeyle koşarak dışarı doğru gittiler. Genç kadın hafifçe doğruldu biraz başı ağrıyordu.

O dağ yolunu tırmanmışlar mıydı? Heykele ne olmuştu? Ah, bayıldığını hayal meyal hatırlıyordu. Hatta neredeyse heykeli canlandıracaktı da ama belli ki bunların hiçbiri olmamıştı.

Ne mutlu ona...

Üzerine örtülen yorganları bir kenara atıp ayaklarını yataktan aşağı attı. Bu kulübe çok büyüktü ve orada yalnız değildi. Bir kenarda Kral Connor bir hamakta yatıyordu. Cnut ve Anna yerde sarmaş dolaştı, Rolla muhtemelen hizmetçilerden biriyle tamamen çıplak bir şekilde yatıyordu ve henüz ismen tanımadığı ama yüzlerini tanıdığı birçok kişi vardı. Sanki köyün yarısı buradaydı ve tek yatağı da ona vermişlerdi.

Ses çıkarmamaya çalışarak dikkatli bir şekilde dışarı çıktı. Uppsala, tamamen ağaçlarla kaplı bir dağ ormanının içinde kocaman bir tapınaktı. O kadar büyüktü ki uzaklardan bile görünebiliyordu.

Bu ev ise o devasa tapınağın yanında hemen hemen minik bir nokta gibi kalıyordu. Yavaş adımlarla hafifçe de sendeleyerek tapınağa doğru yürüdü. Bahçesinde dokuz tane ayrı ayrı çit vardı. Hepsi de boştu.

Aralarından geçip merdivenlere doğru gitti. Hemen girişte ana salon gibi bir bölüm vardı ve devasa salonun her bir köşesinde bir tanrıya atfedilen tahtadan kocaman putlar vardı. Salonun ortasında ise kendi yaptığı heykeli duruyordu.

Putların yüzlerinde kocaman maskeler vardı ve açıkçası Vicky'ye sorsalar hangi tanrının kim olduğunu söyleyemezdi. Buna karşılık tuhaf bir şekilde ortamda gergin bir enerji var gibiydi.

Vicky, Odin'in heykelinin önünde durdu ve etrafına bakındı. "Eğer söylemek istediğin bir şey varsa seni dinliyorum" diye fısıldadı heykele doğru.

Simsiyah taşın tek gözü kıpırdandı ve omzundaki kuzgun kanatlarını çırparak öttü. Odin, başını eğerek ona baktı. "İnançsızlığınla yarattığın bir heykelden mi korkuyorsun?" derken yüzünde alaycı bir gülümseme belirmişti. "Eğer seni rahatlatacaksa ben Odin değilim. Beni yaptığın için sana kızdığını da sanmıyorum"

Tabi ki o büyük tanrı değildi. Aksi halde şimdiye tepesine bir yıldırım bindirirdi muhtemelen. Vicky, hafifçe omuz silkti. Her heykelin kendine ait ifade şekli vardı. Bazıları ne kadar sevecen ve sevimli olurlarsa bazıları da o kadar huysuz, alaycı ya da öfkeli olabilirdi. Herhalde onları ortaya çıkarırken ki duyguları yüzündendi. Hafifçe omuz silkti. "Burada olmaktan mutlu değilim" dedi. "Sonuçta hiç bilmediğim tanrıların huzurunda duruyorum"

Odin, onunla birlikte başını çevirip putlara doğru baktı. "Bir insanın elinden çıkabilecek herhangi bir ateşle anında kül olabilecek tanrılar" diye mırıldandı en sonunda. "Ama sana gerçek görünüşlerini yapma gücü bahşedildi"

Hayır, ona bir taşa şekil verme gücü bahşedilmişti. Geri doğru çekilip ortada duran sunağa oturdu. "Onlar kutsal putlar" dedi en sonunda. Çok eski oldukları belliydi. Heykellerin yüzlerindeki masklar aşınmaya başlamıştı. Başını öne eğdi ve bir nefes verdi. "Gördüğüm kişinin Odin olduğunu bilmiyordum" dedi en sonunda. "Adını bile seni bitirmeme yakın öğrenmiştim. Tek istediğim arzu ettiğim gibi heykeller yapmak"

TANRILARIN ELÇİSİWhere stories live. Discover now