30- KÂBUS

31 18 12
                                    

Kar ile kaplı uçsuz bucaksız bir düzlüğün ortasında, üzerinde kazak ve pantolonu hariç soğuktan koruna bileceği hiçbir kıyafeti olmadan öylece dikiliyordu.

Nereye, ne yöne bakarsa baksın yaşam belirtisi olabilecek hiçbir şey gözüne çarpmadığı gibi, ufacık bir karartı dahi yoktu.

Tek bir ağaç dahi olmayan sonunu göremediği sınırsız bir beyazlığın içinde adeta kaybolmuştu.

Bulunduğu yere ne zaman ya da nasıl geldiğini hatırlamıyor olması bir yana, etrafındaki karın yüzeyinde de ne yönden geldiğini belirleyebileceği her hangi bir izde mevcut değildi.
Bu nedenden atmak istediği her adımı, önüne serilen düzlüğün sonsuzluğu karşısında geri çekiyor, başka bir yönü denese de, farklı bir şey elde edemiyordu.

Soğuktan birbirine vuran dişlerinin sesi esen rüzgârın uğultusuna karışırken, donarak ölme ihtimali karşısındaysa ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu.

Bilinmezliğin içinde, kocaman bir hiçliğe terk edilmiş olmaktan kaynaklı döktüğü gözyaşları, yalnız olmadığını duyuran seslerle bir anda kesildiğinde ise, donarak ölmeyi bile arzular olmuştu.

Sadece kaybolduğu için bile, tedirgin olup gözyaşlarına boğulmuşken, şimdi etrafını saran boşluğun her bir yanından uluma sesleri yükseliyordu.

O ise bulunduğu yerin büyüklüğüne rağmen, ne yöne kaçması gerektiğini bilmediğinden, dikildiği yere hapsolmuşçasına etrafında dönüp durmaktaydı.

Karşısına çıktığında şansının olmadığı varlığın sesi gittikçe yaklaşıyor olsa da, görmeyi bir türlü başaramıyor, içine düştüğü durumdan nasıl çıkacağını bulamıyordu.

Son ulumanın sıcaklığını ensesinde hissettiğinde ise zaten hızı ile rekor kıran kalbi nerdeyse yerinden fırlayıp kaçacakmış gibi çırpınmaya başladı.
Arkasını dönmekten ölesiye korkuyor, karşılaşacağı yaratığın ne olduğunu ve kendisini bekleyen sonu bildiğinden, artık soğuktan değil korkudan titriyordu.

Gerçekle yüzleşmeyi uzunca bir süre red etse de, hırıltıya dönüşen uluma sesi ile istemsizce geri döndüğünde ise, sivri dişlerini sonuna kadar sergileyen hayvanla karşı karşıya geldi.

Kerim'in parçalanmış etleri gözünün önüne gelirken, onun gibi birini dahi o hale getirebilen bir varlığın, kendisine neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyordu.

Ne yapması gerektiğini düşünse bile mantıklı bir seçenek bulamadığından, korktuğu zaman insanoğlunun en iyi yaptığı şeyi yapıp, ardına bakmadan koşmaya başladı.

Duraksız gözyaşları soğuk hava ile buz parçalarına dönüşerek yanaklarına çizikler atıp canını yaksa da, ardı sıra gelen hırıltıların verdiği korkudan umursayacak durumda değildi.
İçine çekmek istediği hava boğazında keskin bir acıya neden olarak soluk almayı bile eziyet haline getirse de, zihninde canlanan görüntüler koşması için ona yeterli gücü bahşediyordu.

Yüzüne çarpan rüzgâr olmasa, etrafındaki görüntü hiç değişmediğinden ve ensesinden eksilmeyen hırıltı yüzünden olduğu yerde koştuğunu sanabilirdi.
Öyle olsa bile ne durmaya ne de ardına bakmaya cesaret edemezdi.

Boğazında soğuktan oluşan yanmaya, gücü kalmayan bacaklarına rağmen durmamak için direniyordu ki, koluna sarılan parmaklar ile çekildiğini hissetti.

İKİZ KARDEŞİMWhere stories live. Discover now