8- KONTROL GÜNÜ

156 61 189
                                    


Zaman denilen kavram ne garip bir çizelgeydi. Hep aynı ritimde ilerlese dahi, kimi zaman tükenmek bilmeyen bir işkence iken, bazen de hızına yetişemediğin gelip geçmişlikti.

Kerem gibi hayattan bir beklentisi olmayanlar için ise sadece bir hiçlikti.

Öyle ki hastaneden çıkalı üç ay olmuş olsa da, onun hiçliğinde değişen tek şey mekân değişikliği olmuştu. Hüsranla biten mahalle turundan sonra bir daha evden çıkmayarak, gözlerden uzak yaşamına devam ettirirken, evin içinde de babasının memnuniyetsizliğini görmemek adına kendini çoğu zaman odasına kapatıyordu.

Üstelik hastanede avuç dolusu içirilen ilaçların olmaması uykuya meylini azalttığından, tüm gün bir odada tıkanıp kalmak hiç de kolay olmamaktaydı.

Neyse ki bugün dışarı çıkmak için bir bahanesi vardı. Her ne kadar hiç hoşuna gitmeyecek bir sebep olsa da, sonuçta doktorunu görebilecek olması gibi iyi bir tarafı da yok değildi.

Belki bu günkü seansın sonunda yeniden hayata karışmaya isteği olur diye yola umut ederek çıksa da, hastanenin önüne geldiğinde yine aynı his gelip göğsüne çöreklendi.

Bu yere her gelişinde biraz daha alışması gerekirken, sakin olmayı ne kadar denerse denesin anlayamadığı bir şekilde, bir önceki ziyaretinden daha çok gergin oluyordu.

İçeri girmemek için direnen ayakları dakikalarca onu kapıda bekletirken, hareket etmesi konusun da, sıklaşan nefesleri ve hızlanan nabzının da hiç yardımı olduğu söylenemezdi.

Dikilip kaldığı kapı önünde, gelip geçenin bakışlarından ve sözlerinden, dikkat çekmeye başladığını bilmek ise sınırlarını zorluyordu.

Birileri onu sürüklemeye başlamadan önce içeri girmesi gerektiğini kendine hatırlattığında, sakinleşmek için en iyi kozunu oyuna dâhil edip, doktorunu düşünmeye başladı.

Onun yanına gideceğini tekrar etmek, bir süre sonra hareket yetisini geri getirdiğinde, ayaklarını sürüyerek de olsa binaya yönele bilmişti.

Ayda bir kez gelmek zorunda bırakıldığı bu yere, ilk gelişi gibi gideceği yeri bilmemenin sersemliği olmayışından, ayaklarının onu ezberlediği odaya götürmesine müsaade etti.
İçerden gelen naif sesin, gerginliğine kurşun misali isabet etmesini dileyerek, derin bir nefes çekip kapıyı çaldı.

Gelen buyruk ile odaya girdiğinde, masası başında oturan kadının sıcak gülümsemesiyle karşılaşması ise, her şeye değmişti. Ne kadar kötü hissederse hissetsin, doktoruna olan minnetine tutunarak dik durabilirdi.

Davet edildiği yere oturduğun da, elinden geldiği kadar tebessüm ederek, karşılık vermeye çalışması da bunun göstergesiydi.

Yıllar önce bu hastaneye getirildiğinde, yaşça olgun, Adnan isminde başka bir doktoru vardı. Asabi tavırları ve sert duruşu ile Kerem kadar hastanede ki birçok kişinin de kâbusuydu.

Bakıcıların ve hemşirelerin dahi onun yanındayken nefeslerini sayılı aldıkları adamı, Kerem için ideal bir doktor olarak görmüş olsalar da bir süre sonunda yerini Emel hanıma devretmek zorunda kalmıştı.

Odasının kapısından suratsız ve kaba Adnan yerine zarif tavırları ile genç bir bayan girdiğinde, Kerem'de başlarda şaşırmış, ilaçların kafa yaptığını falan düşünmüştü.

Sonralarda ise hemşirelerden duyduğu kadarı ile Emel Doktor gibi naif ve güzel bir kadının onun doktoru olmasına nasıl izin verildiği, Kerem kadar herkesin de merak konusu olmuştu.

Birçok söylenti kulağına gelerek, Kerem'i de ikileme düşürmüş olsa da, kim ne derse desin Emel Doktor onun dünyada ki tek şansıydı.

Onun insanın içine yaşama umudu yayan tebessümü olmasaydı, Kerem de o dört duvar arasında aklını kaçırıp, ömrünü bitirenlerden biri olurdu.

İKİZ KARDEŞİMKde žijí příběhy. Začni objevovat