23- UMUTLARDANDA VAZGEÇİLİR

55 35 13
                                    


Emel, o günden sonra yitirdiği son umut kırıntısının ardından daha fazla gözyaşı dökmedi. Bazen (Kerim yalan söylüyorsa) diye çırpınan iç sesini de anında susturup, gereksiz heveslere kapılmadı.
Vazgeçmişti...
Kurtulmak için umutlanmaktan, yaşamaya tutunmaya çalışmaktan, ölümü beklemekten, nasıl bir sonunun olacağını düşünmekten bile vazgeçmişti.

Besleniyor, ihtiyaçlarını gideriyor, uyuyor, nefes alıyordu. Buna yaşamak deniyorsa, işte yaşıyordu.
Bunlar haricinde oyalanması için alınan kitapları okuyor, bazen de ortaya çıkan Can ile kırgın sohbetler ediyordu.

Kendini ne kadar zorlasa da, neşelenmesi için uğraşan, yalnızlığına yoldaş olmaya çalışan Can'a bile tavır takınmaktan geri duramıyordu.
Aynı yüze bakıp farklı hissetmek kolay değildi.
O bedende yaşayan herkese her şeye kızgındı.

Günler bomboş olsa da bir şekilde sona eriyor, her gecenin karanlığı eninde sonunda sabahın aydınlığına kavuşuyordu.

İçine düştüğü buhran yüzünden saymayı bile bıraktığı kaçıncı gündü bilinmez, o sabah ise garip bir ses ile uykusundan uyandı.
Gıj, gıj diye aralıklı gelen sesin ne olduğunu öğrenmek için odadan çıktığındaysa, ilk fark ettiği şey kulübeyi dolduran yoğun ışık oldu.

Bu güne kadar loşluğuna alışmış olduğu kulübenin içi aydınlıkla parlıyor, güne hasret kalan gözlerini kamaştırarak ışıldıyordu.
Gözleri aydınlığa alışmayı başardığında ise, ışığın pencerelere çakılı tahtaların yerinde olmaması nedeni ile olduğunu fark etti.

Uzun süre sonra tam anlamı ile dışarıyı görmek için heyecanla pencereye doğru yönelmişti ki, ardından gelen tanıdık sesle geri döndü.

Kaldığı odanın penceresinden ayrılan tahtanın bıraktığı boşluktan, içeri hücum eden gün ışığını gördüğünde ise Emel'in içini garip bir duygu kaplamıştı.

Esaret zincirlerinden biri sökülüyor diye sevinmeli mutlu olmalıydı.
Lakin başka bir tedbir almadan tahtaların sökülmeyeceğini söyleyen mantığı, heyecanının tebessümden ileri gitmesine müsaade etmiyordu.
Yaşadığı son olaydan sonra, gereksiz yere umutlanmayı ise benliği kesinlikle red ediyordu.

Gıcırtılar eşliğinde bir bir sökülen tahtaların sonuncusu da yerini terk ettiğinde, kendini kaptırıp heveslenmemesi gerektiği konusunda ne kadar haklı olduğuda ortaya çıkmıştı.
Yüzündeki tebessümün bile solup gitmesine neden olan esaretinin yeni rengi artık beyazdı.

Yaşadığı hayal kırıklığından dolayı hayattan kendini o kadar çok soyutlamıştı ki, uzun süredir yağmur yağmadığını, havanın iyice soğuduğunu, kış gelip de etrafı metrelerce kar doldurduğunu dahi fark etmemişti.
Kaçırılmasının üzerinden günler, aylar değil mevsimler geçmiş, kardan yollar kapandığı için hapishanesi aydınlığa kavuşmuştu.

Tutsaklığı kulübenin loş ışığından, karın beyaz ışıltısına geçiş yapmış olsa da, Emel'in benliği bu hızlı değişime ayak uyduramamıştı.
Odanın ortasında öylece dikilmiş, camın ardındaki karla kaplı dağlara, beyaz bir gelinlikle süslenmiş gibi duran yeşil çam ağaçları ile dolu ormana bakıyordu.
Kartpostallarda dahi göremeyeceği güzellikteki manzarayı donmuş bir şekilde seyretse de, düşünceleri ile yüreğine işleyen duygu, hayranlıktan çok uzaktı.

Acaba ailesi yaşadığından, umutlarını kesmişler miydi?
Yoksa hala yaşlı gözlerle bir gün dönmesini bekliyorlar mıydı?
Pe ki o, kışın ardından gelen baharı görebilecek miydi?
Kış gelip geçerde bahara ulaşırsa, ailesine kavuşa bilecek miydi?
Aslında, asıl merak ettiği soru neden hala yaşıyor olduğuydu.
Neden kaçırılmıştı?
Evcil hayvan gibi besleyip, yanında tutma hevesi nasıl bir manyaklıktı?

İKİZ KARDEŞİMKde žijí příběhy. Začni objevovat