"Mutlu görünüyorsun."

Ruhsuz sesiyle yaptığı tespit ve elinde sıkıca tuttuğu bıçak garip bir görüntü oluşturuyordu. Sesindeki tona yerleşen öfkeyi o an fark eden Çınar neyin içine düştüğünden habersizdi.

"Mutluyum çünkü," dedi tek kaşını kaldırırken. Yüzündeki ufak tebessüm de o saniyeden sonra silinmişti.

"Neden?" diye sordu Hilal.

Kardeşinin sorusu üzerine Çınar bıkkın bir ifadeyle konuştu. "Sorun ne yine?"

Bu kez minik bir tebessüm Hilal'in dudaklarında belirdi. "Sensin."

Çınar kardeşinin yeniden onu suçlayarak tartışma çıkaracağını sandı. Ancak beklediğinin aksine Hilal oturduğu masanın bir ucuna yaklaşıp elindeki bıçağın ucunu ahşap yüzeyin üzerine bastırdı. Çınarın üzerine yürürken bıçak masanın üzerinde derin bir çizik bırakıyordu.

Hilal öfkesini iyice açığa çıkardı. "Sorun benim sandım ama sadece sizdiniz. Her zaman sizdiniz!"

Çınar kardeşinin öfkeden kendini kaybettiğini düşünerek bıçağı elinden almak ve onu durdurmak için hamle yaptı. Bu hareketi ona doğru savrulan bıçakla engellendi. Refleksle zar zor geri çekilip bıçaktan kaçarken yaşadığı şok yüzündeki şaşırmış ifadeye yansıyordu.

"Hilal ne yapıyorsun?" diye bağırdı geri çekildiğinde. Ancak Hilal sanki onu duymuyordu. Üzerine yürüyüp elindeki bıçala bir kez daha ona saldırdı. Çınar az önce ona doğru hamle yaptığında garip bir şekilde gücünün ona yetmeyeceğini hissetmişti. Zayıf bedeniyle kardeşinin böyle güçlü olması imkansızdı ancak durum tam olarak ortadaydı.

Çınar kızın elindeki bıçağın ekmek bıçağından ziyade daha büyük bir bıçak olduğunu fark ettiğinde başından beri saldırmayı planladığını fark ederek dehşete düştü. Hala Hilal'den kaçmak için çabalıyordu ancak elinde sonunda biri yorulacak ve diğeri kazanacaktı.

Hilal bir nebze olsun yavaşlamadan Çınar'a saldırmaya devam ederken Çınar uzun süre başarılı olamayacağını çoktan hissetmişti. Kollarında birkaç çizikten ufak ufak kan sızıyor mutfağın zeminini kızıla boyuyordu. Masanın etrafında bir sağ bir sola kaçarken etrafta bulunan malzemelere çarparak her yeri dağıtmış birkaç tabağı ve bardağı kırmışlardı.

Çınar sesine yansıyan çaresizlikle konuştu. "Abini mi öldüreceksin Hilal?"

Hilal cevap vermedi bunun üzerine Çınar yeniden konuştu.

"Bu nefreti hak ettim biliyorum ama inan beni öldürüp hayatını mahvetmeye değmez." dedi dürüstçe. Dehşete düşmüştü. Kardeşi resmen canına kast ediyordu.

Hilal ilk kez tepki verdi, "Mahvolmayacak..."

Çınar sözünün ardında başka bir anlam yattığını fark edemeyeceği bir ruh halindeydi. "Zaten ben bunu çoktan yaptığım için, hayatını mahvettim. Sırf..."

Cümlesini bitirmedi. Bu Hilal'i iyice çıldırtmıştı.

"Her zamanki gibi susuyorsun. Madem ne halt yediğini biliyorsun ne diye bana yıllardır eziyet ediyorsun? Bu kadar mı nefret ediyorsun? "

Çınar kaçmayı bıraktı, Hilal ağır adımlarla üzerine yürürken bu kez kaçmak gibi bir niyeti yoktu.

"Özür dilerim. Her şeyi düzelteceğiz, hem de çok yakında söz veriyorum,"

" Gerek kalmadı. "

Çınar karşısındaki kızın gözünün döndüğünü anlamıştı. Bir gariplik olduğunu fark etse de o an bunu düşünmek aklının ucundan dahi geçmiyordu. Bir an düşünse kardeşini durdurmaya gücünün yetmemesinin garipliğini ve duygularını açıkça yaşayan kızın yüzündeki ruhsuzluğun normal olmadığını anlardı. O an tek düşünebildiği kendi başarısızlığıydı.

SREİN | Texting ލWhere stories live. Discover now