bang chan, oley! on iki

2.5K 500 313
                                    

saat gecenin on biri, tek tük insanların geçtiği sokakta eve doğru yürüyoruz, Jisung benim yerime adımlarımızı sayıyor seslice, bense içimden eşlik ediyorum ona.

"üç yüz on yedi, üç yüz on sekiz, üç yüz yirmi."

kıkırdadım. "üç yüz on dokuz nerede?"

"ay! doğru, dalmışım."

devam etti düzeltip. "üç yüz on dokuz. üç yüz yirmi..."

sitenin içine girdikten sonra anlamış gibi bana baktı. "yetmiş saniye," dedim. ardından ekledim. "bir!"

hızla merdivenlere atıldı elimi bırakıp, güldüm, arkasından atıldım. elli yedinci saniyede Jisung, elli dokuzuncu saniyede ben sekizinci kattaydım, ona söylediğim şifremi girdi. "bir tane bir... iki tane iki... üç tane üç... ve dört tane de sekiz! doğru hatırlıyorum!"

beni ne kadar mutlu ettiğinden haberi yok.

eve girdik, koştu, on beş saniye bekledi ve ellerini yıkadı. ardından da ben yıkadım. bugünün havlusunu kullanmak yerine ıslak ellerini çeneme sürttü, başımı sallarken güldü ve içeriye kaçtı. kar küresini eline alıp sanki bir canlıymış gibi onu sevmiş, onunla oynamış, ters çevirip tanelerin süzülmesini sağlamıştı.

onun yanına yere eğildim, kar küresini seyrettim çünkü dediğim gibi biz benziyorduk. bizi kimse görmüyordu, o hariç. yüzümdeki gülüşle beraber bu sefer gözlerim Jisung'a gittiğinde Jisung hissetmiş gibi bana baktı.

"uyuyalım mı?" dedi.

kafamı salladım. "uyuyalım."

ona verdiğim kıyafetler ile üzerini değiştirdi, sekiz saniye saydım sakinleşmek için, yatağın içine girdi, elindeki kar küresini de baş ucuna bıraktı.

"dengesiz uyursam söyle olur mu?" dediğimde güldü ve kollarını açtı. "iki dengesiz birbirimizi bulduk desene."

kıkırdadım ve bu biraz da olsa heyecanımı azalttı. yanına uzandığımda kolları arasına aldı beni, sımsıkı sarıldı, sımsıkı sarıldım. "renkli ışıklarım var, açayım mı?" diye sorduğumda başını salladı.

kollarını gevşettiğinde kumanda ile odamdaki rengarenk pirinç ışıkları açtım sonra eski yerime uzandım, başımı boynuna koydum ve o gece onun kolları arasında dünyanın en güzel uykusunu çektim.

ertesi gün gerçekten çalıştık, gerçekten diyorum. karşısına aldı beni, röportaj yaptı. ara sıra gülüp yanağımı okşadı, bazen saçlarımı karıştırdı, güldü, gözleri doldu, sımsıkı sarıldı, bir sürü duygu yaşadı, onu yurda bıraktığımda ise sarıldı, dudaklarını boynuma bastırdı.

bize özeliz ve en çok bunu seviyorum.

basketbol turnuvasından önce soyunma odasında oturmuş, kendimi sakinleştirmek için iyi şeyler söylerken Minho da herkese gaz veriyordu.

"sikeceğiz analarını tamam mı," deyip bize baktı. "sahaya gömeceğiz onları yoksa çıkışta sizi ben gömerim."

yüzümü buruşturdum. "ne kadar küfürbazsın sen ya."

changbin ve jeongin kahkaha attı, hyunjin gülmedi, şey sanırım peçete yememek için ama dudaklarını ısırdığı belli oluyordu. minho bana bakarken "aşkısı," deyip karşıma çökmüş sonra da yanağımdan makas almıştı. "sen iste küfür edenin ağzına acı biber sürerim."

bu sefer güldüm ve ben dahil herkes kahkaha attı. seungmin kapıyı açtı bize baktı, o kapının eşiğinde iken Jisung'u ve Felix'i gördüm arkasında sonra Felix Seungmin'i itip koştu, Minho'nun boynuna atladı.

sweet night, chansung ✓Where stories live. Discover now